“Dünya evine girmek” ne güzel bir ifadedir. Çünkü aşk ya da evlilik, aslında yalnızca dört duvar arasında kurulan bir düzen değildir; gezegen üzerinde ruhumuz için açtığımız bambaşka bir yaşam diskidir. O diskte duygular, aidiyet, sadakat, varoluş, cinsellik, emek, sahip çıkma ve çocuk yetiştirme gibi değerler iç içe yaşar, ortak bir titreşim alanı oluşturur.
Bu kutsal birlikteliği sembolize eden halkaya verilen alyans adı, Fransızca alliance kelimesinden gelir. Fonetik uyumla dilimize geçmiştir. Ancak ses bizde aynı anlamı uyandırmadığı için manasını çok sorgulamadan, sadece kavram olarak kullanırız. Oysa kökenini öğrendiğinizde evliliğe ve ilişkilere bakışınız bir daha asla aynı kalmayacaktır.
Alliance, Türkçede “müttefik” demektir. Dost güç. Tıpkı dünya savaşlarında aynı düşmana karşı birleşerek daha büyük bir kuvvet haline gelen müttefikler gibi.
Halka, içinde yer aldığınız birliğin sınırlarını temsil eden çember; altın ise hem en yüksek iletkenliği hem de saflığı simgeleyen madendir.
Bu altın halkanın içindeki iki dost güç, yani kadın ve erkek, aslında iki zıt kuvvetin birliğidir. Eştirler ama eşit değiller. Dostturlar ama aynı değiller. Sınırların içindedirler ama tutsak değiller. Ve unutmayın ki: düşman içeride değil, dışarıdadır.
“Dünya evine girmek” ifadesi tam da bunu kasteder: Dünya hayatı bizden hayatta kalmamızı, kök salmamızı, yeni nesli yetiştirip onları hayata hazırlamamızı ister. Dünya üzerimize gelmeden biz ona karşı hazırlıklı ve dayanıklı olmalıyız. Bu mücadelenin en büyük destekçisi ise o halkanın içindeki saflar ve yaşananların saflığıdır. Birliği bozmadan; aksine içsel hazinelerimizi keşfederek, bu beraberliği güçlendirerek bir varoluş ortamı inşa etmek gerekir.
Alyansı, evliliğin sembolü olarak adlandıran kişiyi bilmiyorum; ama bu sezgiyi takdir ediyorum. Çünkü çocuk ismiyle doğar, kavram cismiyle. Öz algılandığında adı zaten kulağa fısıldanır.
Alyansın iç dünyasına baktığımızda görüyoruz ki, adının kutsiyeti akıbetini her zaman belirlemiyor. Çoğu çift, bu halkanın içinde başka karanlık güçlere yenik düşüyor: İyileşmemiş çocukluk yaralarına… Ben merkeziyetçi taleplere… Kişilik bozukluklarının akıl almaz gölgesine…
Niyet dünya savaşına hazırlanmakken, iç savaşın pençesine düşülüyor. Dünya üzerlerine geliyor; çünkü dost güçler düşmana, sınırlar prangaya, altın kalaya, her söz bir olaya dönüşüyor. Yani ayar bozuluyor…
Peki ayarı bozan nedir?
Aklınıza gelebilecek her sebep aslında tek bir noktada birleşir: Ego.
Egonun elli tonu vardır: Maddiyat, prestij, şöhret, “toplum ne der” kaygısı, kibir, ruhsal hastalıklar, aile baskısı, kişilikler bozuklukları, kimlik sorunları, sadakatsizlik, kontrol takıntısı… Liste uzar gider.
Ama unutmayalım: Evrim geçiren ego değildir, özdür. Ego, özün üstünü örten çeşitli katmanların bir bütünüdür. Öz uyandıkça şekilci kabuklardan ışık sızar; o zırh bir bir çatlar. Tıpkı tırtılın kelebeğe dönüşmesi gibi. Ego merkezli her algı kül olmaya mahkûmdur; çünkü öz canlı bir güçtür, ego ise ölü deri tabakası gibidir.
İşte bu yüzden her evlilik, her şeyden önce içimizdeki düşmanla verdiğimiz savaştır.
Bazen uyanmamış bir iradenin uyanışı için tetiklendiğimiz bir sahne olur.
Bazen de içsel karanlığın küle dönüp yok olduğu bir yangın yeri…
Öz’ün de elli tonu vardır: Aşk, çocuk, aidiyet, tutku, özgürlük, saygı, sevgi, birlik…
Bunlar alyansın en samimi, en saf güçleridir.
Peki siz, alyansın hangi safındasınız?