1980’lerde bir mucize olarak evlerimize giren ekran, bugün milyonlarca çocuğun zehiri haline geldi.
Evlerimizin baş köşesine yerleşen o büyüleyici misafir, çocuklarımızı aile ortamından adeta çaldı; sanal bir zindana hapsetti.
Ekran, ebeveyn–çocuk ilişkisindeki duygusal boşlukları doldurabilmenin ve kendini meşgul etmenin en cazip oyuncağına dönüştü.
Bu sanal sığınak, kutsal aile mabedinin rakibi olarak yükseldi.
Peki ekran bağımlılığı, aslında neyin yokluğuna işaret eder?
Ekran bağımlılığı bir teknoloji problemi değil, bağ kurma ihmallerinin mirasıdır.
Her bağımlılık, aslında ilgi, sevgi, gerçeklik, benlik sınırları, sorumluluk, duygusal bağ, aidiyet, özgüven, özgürlük ve empati gibi temel ihtiyaçların eksikliğinde ortaya çıkar.
Bahçenin bakımsız kaldığı, kaderine terk edildiği her durumda yabani ot gibi filizlenir.
Ekran çağın gerçeğidir; kimse bunu inkâr etmiyor.
Ancak her şeyde olduğu gibi ölçü, zamanlama ve amaç arasındaki denge, yaratılacak etkinin belirleyicisidir.
Ekran bize hizmet ettiğinde bir araçtır; ama bizi aile ve sosyal hayattan kopardığında, yaşam rutinlerini aksattığında ve bu gerçeklere duyarsızlaştırdığında bağımlılığa dönüşür.
Bugün çocuklardan tek beklentimiz, okula gitmeleri ve ödev yapmaları.
Evdeki ortak sorumluluklara katılımları azaldı; sadece “tüketici” rolleri kaldı.
Pazarlık güçleri arttıkça, ekran girdabına daha fazla çekildiler.
Teknoloji yaşamı kolaylaştırdı, fakat ruhlar daha yorgun.
Çünkü mesele fiziksel zorluk değil, ruhsal boşluktur.
Ve ironik biçimde, ekran ebeveynlerin de özgürlük alanı haline geldi.
Bitmek bilmeyen ebeveyn–çocuk talepleri, yetişkinlerin de nefes alacakları alana dönüştü.
Sınır ve özgürlük, hak ve hastalık kavramları birbirine karıştı.
Ebeveynlerin çocuklarıyla ekran müzakereleri için harcadıkları enerji, çocukların duygusal dayanıklılıkları için harcanmadı.
Anlık istekleri, sıkılganlıkları ve mutsuzlukları karşısında pes eden aileler, onları ekrana emanet etti.
Ekran bir “duygusal eşlikçi”ye dönüştüğünde, çocuk suni ışıkla meyve veren bir bitkiyi andırır:
Büyür ama kök salamaz.
Olgunlaşır ama kof kalır.
Bu kısır döngüden nasıl çıkabiliriz?
Ekran bağımlılığını kontrol altına almanın ilk adımı, kendimizi içtenlikle değerlendirmek ve ilişkimizi yöneten yasaları yeniden tanımlamaktır.
Basit ama kararlı düzenlemeler, alternatif uğraşlar ve gerçek temas bu sürecin ilacıdır.
Ekran, kısa vadede özgürlük ve keyif gibi görünse de uzun vadede göz sağlığı, uyku düzeni, sinir sistemi, duygusal denge, aile bağları ve benlik gelişimi gibi temelleri sarsar.
Unutmayın:
Ekranı değil, ilişkiyi yönetin.
Çünkü hiçbir teknoloji, bir kalbin sıcaklığını taklit edemez.