Akran zorbalığı artık sadece okulların değil, tüm toplumun aynası. Sevgisiz büyüyen bir kuşaktan, sınır tanımayan bir nesil doğdu. Şiddetin ilacı cezada değil; şefkat, empati ve tutarlı sevgide gizli. Çocuklarımıza yalnızca güçlü olmayı değil — vicdanla cesur olmayı, şefkatle sınır koymayı öğretmeliyiz. Çünkü insanlık, şefkatini hatırladığında iyileşecek.


Şefkat, ruhun en rafine halidir.

Çağımızın en yaygın ve can acıtıcı sorunlarından biri: Akran Zorbalığı.

Neden bu kadar arttı?
Neden çocuklarımız birbirine bu kadar hoyrat davranıyor?
Gelin biraz derine inelim…

Bir zamanlar, sevgiyi korkuyla öğrenen bir nesil vardı.
Babalar otoriteydi; çoğu zaman da şiddetin simgesi.
O kuşak, sevgiyi tokatla karıştırdı.
Ama kalplerinde hep şu vardı: ‘Çocuğum beni millete mahcup etmesin.”
O tokadı yiyen çocuklar ise büyüdüklerinde aynı ruhsal yükü çocuklarına yaşatmak istemediler. Onların aklında da şu vardı:
“Benim çocuğum benim yaşadıklarımı yaşamasın.”

Ve o iyi niyetle…
Şiddeti hayatlarından çıkardılar — ama farkında olmadan yetkilerini de çocuklarına devrettiler.

Böylece yeni bir nesil doğdu:
İç denetimi zayıf, duygusal regülasyonu bozuk, vicdan mekanizması gelişmemiş, ben merkezci ve empati yoksunu bir nesil. Kimliğini, yıkıcı güçle kanıtlamak zorunda hisseden bir nesil.

“Paşam, aslanım, koçum, kralım…”
İçi boş övgülerle şişirilen bir egonun içinde büyüyen çocuklar, her şeyi kendilerine hak gördüler. Ebeveynler arasındaki çatışmalar ve tutarsızlıklar ise çocuğu yalnız bıraktı.

Okullar bu tabloya yetişemez oldu.Bugün öğretmen, öğrencisine kızamıyor. Veliler “müşteri” gibi davranıyor. “Benim çocuğuma kimse dokunamaz” diyen bir anne,
aslında farkında olmadan “ama benim çocuğum herkesin canını acıtabilir” demiş oluyor.

“Eti senin, kemiği benim” anlayışının yerini “kılına bile dokunamazsın” aldı. Ve bir kıl bu kadar kıymetli olunca, yumruklar sertleşti, diller bileylendi, sınırlar aşıldı.

Ama biz biliyoruz ki, şiddet hiçbir koşulda kabul edilemez.

Çocuk yetiştirmek uzun, zahmetli ama kutsal bir süreçtir. Toplumun iyileşmesi zaman alacaktır fakat bu, bugünün mücadelesini bırakacağımız anlamına gelmez.

Peki ne yapabiliriz?
Çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz?

Öncelikle, çocuklarımızı akran zorbalığı konusunda bilinçlendirmeliyiz. Zorbalığa uğradıklarında suçlu olmadıklarını bilmeleri gerekir. Kendilerini savunabilmeyi, sınır çizmeyi öğrenmeliler. Fakat aynı zamanda, şiddeti büyütmeden çözmeyi de bilmeliler.

Onlara adalet ve eşitlik kavramlarınu sadece kelime olarak değil, bir yaşam biçimi olarak öğretmeliyiz. Hayatın herkes için adil olmadığını da anlatmalıyız ki,
zayıf hissetmesinler. Çünkü bilgi, koruma alanı yaratır.

Hukukun iki yönü olduğunu vurgulamalıyız: Haklarını savunmak kadar, başkasının haklarına saygı göstermek de o kadar değerlidir.
Bu bilinci kazanmış bir çocuk,
kendini hem daha güçlü hem daha özgür hem de daha güvende hisseder.

Ayrıca şunu da unutmayalım:
Zorba çocuk, aslında daha büyük bir acının içindedir. O da bir yerlerde sevgisiz kalmıştır. Gerçeklik algısı, tutarlı bir aile ortamında şekillenmemiştir. Bireysel ve toplumsal aidiyeti samimiyetle hissedememiştir. Benlik sınırlarını rafine biçimde çizememiştir.

Şefkat, bu döngüyü kırabilecek en temel ilaçtır. Bir çocuk, bir başka çocuğun içindeki karanlığa ışık tuttuğunda dünya bir nebze daha iyileşir. Şiddetin varlığı, sevginin yokluğudur. Ama şiddetten korkmak da, şefkatin gücüne hakarettir.

Şefkat, herkesin harcı değildir. Ve nasip olanlar, bu gücü onurla taşımalı, etrafındaki kaosu düzenleyecek bir duruş sergilemelidir.

Gelin, çocuklarımıza sadece güçlü olmayı değil, zarifçe güçlü olmayı,
vicdanla cesur olmayı ve şefkatle sınır koymayı öğretelim.

Çünkü insanlık, şefkatini hatırladığında iyileşecek.