Dünya siyasetinin son beş yılına damgasını vuran en büyük çatışmalardan biri, Trump yönetiminin Çin’e karşı başlattığı ekonomik ve diplomatik savaş oldu.
Bu savaş, birkaç gümrük vergisi kararıyla başlamış gibi görünse de, arka planda çok daha derin bir hesaplaşmanın işaretiydi: Küresel liderlik mücadelesi.
Trump yönetimi, Çin'den ithal edilen yüz milyarlarca dolarlık ürüne ağır vergiler koyarak, sadece ticari bir baskı kurmadı; dünya ekonomisinde yeni bir paradigma kayması başlattı.
Çin’e yönelik bu ekonomik saldırılar; çelikten elektroniğe, ilaçtan otomobile kadar çok geniş bir ürün yelpazesini kapsıyor.Bugün geldiğimiz noktada, bu gerilim yalnızca ticari dengeleri değil, dünya siyasetinin ve uluslararası düzenin geleceğini de şekillendiriyor.
Trump’ın stratejisi açıkça ifade ediyor...
"Amerika’yı yeniden büyük yapmak" için, Çin’in büyümesini yavaşlatmak ve ABD ekonomisinin üretim gücünü geri kazanmak.
Ancak sonuçlar yalnızca ekonomik değil, sosyo-politik düzeyde de yankılandı.
İthalat vergileri, sadece fiyatları artırmakla kalmadı, aynı zamanda iki ülke arasındaki karşılıklı güvensizliği daha da derinleştirdi. ABD, Çin'i fikri mülkiyet hırsızlığıyla suçlarken; Çin ise ABD’yi "tek taraflı zorbalıkla" itham ediyordu. İki dev arasındaki bu sürtüşme, sadece gümrük kapılarında değil, Birleşmiş Milletler kürsüsünde, dijital platformlarda ve sokaktaki insanın gündelik hayatında da kendini gösterdi.
Sosyo-Politik Gerilim: Soğuk Savaş 2.0 mı?
Trump dönemiyle birlikte Çin karşıtlığı, Amerikan toplumunda partiler üstü bir konsensüs haline geldi. Sadece Cumhuriyetçiler değil, Demokratlar da Çin’i bir tehdit olarak görmeye başladı. Bu durum, Asyalı-Amerikalılara yönelik ayrımcılıkta artışa, küresel ölçekte ise Batı ile Çin arasındaki algı uçurumunun büyümesine neden oldu. Diplomatik cephede de gerilim art arda geldi: Huawei krizinden konsolosluk kapatmalara, vize kısıtlamalarından teknoloji ambargolarına kadar pek çok adım, ilişkileri tamir edilmesi zor bir noktaya taşıyor.
Trump’ın Çin’e karşı sert söylemi, sadece bir ticaret savaşı değil, ideolojik bir rekabet inşa etti: "Özgür dünya" ile "otoriter dünya" arasında yeni bir bölünme hattı.
Artık Dünyada "Ticaret" Bile Siyasettir
Trump'ın Çin'e karşı başlattığı hamleler, sadece ekonomik değil, stratejik ve ideolojik bir meydan okumaydı. Bu meydan okuma, yeni bir dünya düzeninin çatışmalı, çok merkezli ve uzun soluklu ve bir o kadarda sancılı doğum sürecini başlattı.
Önümüzdeki yıllarda sorulacak temel soru şu olacak:
Dünya, ABD-Çin ekseninde bölünerek mi ilerleyecek, yoksa yeni bir denge mi kurulacak?
Bu sorunun cevabı, sadece Washington ve Pekin'de değil, Ankara'dan Berlin'e, Tokyo'dan Nairobi'ye kadar tüm başkentlerde yeni stratejiler gerektirecek.