Bazı duygular vardır, anlatılmaz; yaşanır denir ya hani… Özlem, işte tam da onlardan biridir. Kimi zaman bir insanı, kimi zaman bir zamanı, bir şehri, bir sesi özleriz. Belki bir annenin sesini, belki bir dostun kahkahasını, belki de artık var olmayan bir anının kokusunu...

Özlem, içinde hem sıcak bir tanıdıklık, hem de soğuk bir eksiklik taşır. Çünkü özlediğimiz şey artık elimizde değildir. Gitmiştir, geçmiştir, kaybolmuştur. Ve belki de bu yüzden bu kadar çok can yakar.

Bazen çok basit bir şey tetikler özlemi. Eski bir şarkı, bir sokak lambasının altında yürürken gelen bir esinti, tanıdık bir kahve kokusu… Kalbimizde ansızın bir sızı belirir. İç çekerek bakarız boşluğa, çünkü o an bir yerlere gitmişizdir. Gözümüz burada, gönlümüz geçmiştedir.

Bazı özlemler hiç dinmez. Ne zaman geçer diye sorarsınız, kimse cevap veremez. Çünkü bazı duyguların iyileşme süresi yoktur. Onlarla yaşamayı öğreniriz. Gün olur, ses etmeden içinizde büyür; gün olur, içinizi yakar da gözünüzden yaş düşürür. Ama geçmez. Sadece alışılır.

En çok da "keşke"lerle büyür özlem. Keşke biraz daha vakit geçirseydim, keşke sarılsaydım, keşke daha çok konuşsaydım... Ama hayat, “keşke”leri geri getirmez. Zamanı geldiğinde sadece geride bıraktıklarımızla baş başa kalırız.

Ve biz, insan dediğin, en çok da sevdiğine değil, özlediğine dönüşür.

Şimdi gözlerini kapat ve düşün… Kimi özlüyorsun? Ne için iç çekiyorsun? Hangi sokağa dönsen, hangi kapıyı çalsan biraz olsun dinecek gibi geliyor özlemin? Cevap her ne ise, ona kıymet ver. Çünkü özlem, sevginin sessiz bir biçimde hayatta kalma çabasıdır.

Kim bilir, belki bir gün özlenen geri gelir. Belki de gelmez. Ama biz yine de severiz, bekleriz, hatırlarız. Çünkü insan kalbi, unutmakla görevli değildir; özlemekle yoğrulmuştur.