Hindistan ve Pakistan arasında yeniden alevlenen gerilim yalnızca iki nükleer gücü değil, küresel dengeleri de tehdit ediyor. Türkiye ise bu yangına en uzak değil, en yakın ülkelerden biri.
2025 Mayısı, dünya siyasetinde yeni bir kırılma noktası olarak tarihe geçebilir. Hindistan’ın Keşmir sınırında başlattığı “Operation Sindoor” hava saldırısıyla başlayan süreç, Pakistan’ın savaş uçaklarını düşürmesiyle fiilen bir çatışmaya dönüştü. Her iki taraf da “zafer” ilan ederken, gerçekte kazanan yok. Bu satırlar yazılırken, sınırda kan dökülüyor; camilerden değil, sirenlerden ses yükseliyor.
Peki bu uzak görünen savaşta Türkiye’nin yeri neresi? Yanı başımızdaki buharlaşan bir kıvılcım, neden bizim tarlamızı tutuşturabilir?
Nükleer Gölge Altında Bir Kriz
Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan her gerilim, insanlığın kolektif hafızasına “nükleer korku” olarak kazınmış durumda. Bugün de farklı değil. Keşmir gibi tarihsel bir fay hattında, milliyetçiliğin, dini fanatizmin ve geçmiş travmaların harmanlandığı bir noktada başlayan çatışmalar, bölgesel değil küresel bir tehdittir. Herkesin gözleri Güney Asya’da; ama bu krizin basit bir “yerel mesele” olduğunu düşünenler yanılıyor.
Türkiye Bu Krizden Neden Etkilenir?
Öncelikle, coğrafya bir kaderdir. Türkiye, Asya ile Avrupa’yı bağlayan bir köprü değil, aynı zamanda Asya’daki her kırılmanın dolaylı yükünü omuzlayan bir ülkedir. Pakistan’la derin askeri iş birliklerimiz, savunma sanayi anlaşmalarımız ve İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki yakın duruşumuz, bizi bu meselede “tarafsız kalamaz” bir noktaya getiriyor.
Hindistan’ın Ankara’ya bakışı sertleşebilir. Yeni Delhi, Türkiye’nin Pakistan’a verdiği geleneksel desteği bir “denge bozulması” olarak görebilir. Bu, ekonomik iş birliklerini, yatırım projelerini ve diplomatik zeminleri tehlikeye sokabilir.
Öte yandan, Türk Hava Yolları başta olmak üzere hava yolu şirketlerinin Asya uçuşları, bölgedeki hava sahalarının kapanmasından doğrudan etkileniyor. Lojistik sektörü, bu krizden ilk ekonomik darbeyi aldı bile.
Güvenlik Boyutu: Uzak Savaş, Yakın Tehdit
Bu kriz, yalnızca uçakları değil, ideolojileri de havalandırıyor. Güney Asya’daki her gerilim, cihatçı örgütlerin propaganda malzemesine dönüşüyor. Türkiye'nin bu tür radikal akımların etkisinde olan Orta Asya ve Güney Asya kökenli radikallerle geçmişten gelen güvenlik tecrübeleri var. Yani Hindistan-Pakistan hattında yükselen her duman, Ortadoğu’yu da, Türkiye’yi de sarabilir.
Türkiye Ne Yapmalı?
Türkiye, bu krizde "ara bulucu" rolünü üstlenmelidir. Bu rol yalnızca diplomatik değil, tarihsel sorumluluğumuzdur. Keşmir meselesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e taşınan bir vicdan yüküdür. Türkiye, sadece “her iki tarafı itidale davet ediyoruz” diyerek bu süreci geçiştiremez. Ankara’nın, hem İslam dünyasında hem de Batı ekseninde inşa ettiği çok taraflı ilişkiler, bu kriz için gerçek bir diplomasi laboratuvarı olabilir.
Krizin Ortasında Bir Lider
Erdoğan, daha olayların başında taraflara sağduyu çağrısı yaptı. Ama bu bir basın bülteninden ibaret kalmadı. Diplomasi, onun liderliğinde perde arkasında hızla örülmeye başladı. Ankara, hem Yeni Delhi hem İslamabad ile temasa geçti. Ulusal Güvenlik Danışmanlarıyla yürütülen görüşmeler, Türkiye'nin “denge kurucu ülke” rolünü bir kez daha ispatladı.
Bazı Batılı ülkeler, olayları yalnızca kınamakla yetinirken; Erdoğan, aktif diplomasiye yönelerek Türkiye'nin "arabulucu güç" misyonunu küresel zemine taşıdı. İşte liderlik budur: Gerginliğin içinde aklı, krizin içinde çözümü, savaş tamtamlarının arasında barışı dillendirmek.
Bu savaş, sadece Keşmir’in dağlarında değil, Türkiye’nin stratejik vizyonunda da yaşanıyor. Eğer Türkiye bu krize kulaklarını tıkarsa, yarın kendi coğrafyasında yankılanan sirenleri susturmakta geç kalabilir.
Dün Suriye, bugün Ukrayna, yarın Keşmir. Dünya yanarken Türkiye'nin sadece bakma lüksü kalmadı. Artık yangını söndürecek suyu taşımak zorundayız.