Günümüz dünyasında kadınlar hâlâ sadece varlıklarıyla değil, bedenleriyle de tartılıyor. Bazen bir kıyafetin içindeki görüntüleriyle, bazen bir kilonun fazlalığıyla, bazen de hiç sorgulanmadan üzerlerine yapıştırılan etiketlerle. Nihal Candan’ın hayatını kaybetmesi, geride yalnızca bir isim değil, aynı zamanda içinden çıkamadığımız çok daha büyük bir sorunun çığlığı olarak kaldı: Kadın bedeninin metalaşması.
Sosyal medya çağındayız. Görüntü her şeydir; içerik, ruh, düşünce ise artık ikinci planda. Kadınlar daha genç yaşlardan itibaren “nasıl görünmeleri gerektiğine” dair acımasız bir bombardımana tutuluyorlar. Fit ol, bakımlı ol, seksi ol… ama aynı zamanda saygın ol, ölçülü ol ve “ayıplanmayacak” kadar da örtülü ol. Peki, bu denklemin içinde gerçek bir kadın nereye sığar?
Nihal Candan, çoğu kişinin gözünde bir magazin figürüydü. Fakat bizler onun sosyal medyada her gün bedenine yöneltilen, çoğu zaman cinsiyetçi, aşağılayıcı yorumlarla mücadele ettiğini çoğu zaman görmedik ya da görmezden geldik. Herkesin herkes hakkında düşüncesini acımasızca belirttiği dijital çağda, Nihal gibi kadınların yaşam mücadelesi yalnızca ekonomik ya da hukuki değildi; aynı zamanda fiziksel görünümleri üzerinden yapılan psikolojik şiddetle de sürüyordu.
Toplum olarak kadının bedenini bir vitrin gibi gören yapımız hâlâ değişmiş değil. Beden ya çok güzel olmalı ya da konuşulmaya değmeyecek kadar “yok” olmalı. Kiloluysan sorun, zayıfsan yine sorun. Giydiğin kıyafet “açık”sa ahlâksız, kapalıysa "demode" olarak etiketleniyorsun. Kimsenin aklına sormak gelmiyor: Bir kadının dış görünüşü onun karakterini ya da varoluş hakkını neden bu kadar belirlesin?
Nihal Candan’ın yaşadıkları bireysel bir trajedi değil. Bu, sistematik bir sorunun yüzümüze çarptığı, acı ve çok geç kalınmış bir uyarıdır. Kadınların ruh sağlığını yıpratan bu sessiz şiddet; dijitalde, medyada, sokakta ve evde her gün yaşanıyor. Sadece görünür olduğunda değil, görünmediğinde de kadınlar acı çekiyor.
Nihal’in ardından “neden böyle oldu” sorusunu sormakla yetinmeyelim. Bu sistemin bir parçası mıyız, yoksa artık bir şeyleri değiştirmeye hazır mıyız? Kadınları bedenlerinden ibaret gören bu zihniyetle yüzleşmeden, hiçbir şey değişmeyecek.
Kadınlar varlıklarıyla, düşünceleriyle, hayalleriyle kıymetlidir. Ne eksik oldukları beden ölçüleriyle, ne de uymadıkları güzellik normlarıyla değerlendirilebilirler. Toplum olarak susmakla, alay etmekle, görmezden gelmekle suç ortağı oluyoruz.
Ve her kayıpta olduğu gibi, bu kez de geç kalıyoruz. Ama umarız son kez olur. Çünkü bir sonraki kayıp bir “takipçi sayısı” değil, bir can daha olabilir.