Bir sabah uyanıyoruz. Elimiz ilk olarak telefona gidiyor. Bildirimlere bakıyoruz, kim ne paylaşmış, ne olmuş dünyada? Kahvaltıdan önce haber akışına, mesajlara, “günaydın” hikâyelerine boğuluyoruz. Henüz yüzümüzü bile yıkamadan onlarca bilgi, görsel ve yorum zihnimizin kapısından içeri doluşuyor. Zamanın ritmi bizden çok daha hızlı atıyor artık. Ve biz, bu hıza ayak uydurmazsak sanki dışarıda bir şeyleri kaçıracakmışız gibi hissediyoruz.

Ama gerçekten kaçırdığımız şey ne?

DİJİTAL AKIŞIN KENDİMİZE YABANCILAŞTIRDIĞI DÜNYA
Günümüzde bilgiye ulaşmak değil, bilgiden korunmak mesele oldu. Sosyal medya bize binlerce hikâye sunuyor ama kendi hikâyemizi unutturuyor. Filtreli mutlulukların, parıltılı hayatların arasında kendi hayatımıza ait olanları bile yargılar hâle geliyoruz.

Eskiden hayat yavaştı, ama derindi. Şimdi hızlı, ama sığ. Bu yüzden artık bir kitabı sonuna kadar okuyamıyoruz. Aynı anda birkaç diziyi yarım bırakıyoruz. Bir mesaj gelmeden telefonu elimizden bırakamıyoruz. Oysa zihnimizin en çok ihtiyaç duyduğu şey, durmak. Durup düşünmek. Sessizlik.

KALABALIKTAKİ YALNIZLIK: SOSYAL DEĞİL, GÖRÜNÜR OLMA HALİ
İnsanlar artık sosyalleşmek için değil, görünür olmak için bir araya geliyor. Fotoğraf çekilmeden yenilmeyen yemekler, paylaşılmadan yaşanmayan anlar… Tükettiğimiz sadece içerik değil; ilişkiler, anılar, dostluklar da artık hızlı tüketimin birer parçası oldu.

Oysa bazı şeylerin mayalanması gerekir. Güven gibi, dostluk gibi, aidiyet gibi... Bunlar zamanla olur. Bekleyerek, sabrederek, derinleşerek. Ama biz, her şeyin hemen olmasını istiyoruz. Ve bu sabırsızlık, hem bizi hem hayatı yüzeyselleştiriyor.

YAVAŞLAMAK CESARET İSTER
Hayatın hızına karşı durmak devrimsel bir eylemdir. Bir akşam sosyal medyasız oturmak, sessizlikle kalabilmek, bildirimleri kapatmak... Bunlar artık sıradan tercihler değil, bir direniş biçimi. Çünkü artık yavaşlamak bir lüks değil, bir gereklilik.

Zihinsel sağlığımız, gerçek ilişkilerimiz ve anlam arayışımız için bazen durmamız gerekiyor. Yoksa sadece yaşamıyoruz, yaşanıyormuş gibi yapıyoruz.

Unutmayalım: Her bildirim yeni bir dikkat bölünmesi, her scroll bir kopuş. Bizi asıl besleyen şeyler ise hâlâ dışarıda değil; içimizde.

Ve belki de zamanla barışmanın ilk adımı, zamanın hızını değil, kendi ritmimizi yeniden bulmakla başlar.