Burçlara inanmak... Kimine göre hayatının pusulası, kimine göre vakit kaybı. İşin açıkçası ben de bu konuda kesin bir karar verememiş durumdayım. Bir gün burç yorumlarına göz gezdirirken kendimi "Bu kadar da tesadüf olamaz!" derken buluyorum, ertesi gün ise "Yok artık, herkesin başına gelebilecek şeyler bunlar" diye geçiştiriyorum.
Bir düşünün; sabah kahvenizi alıp gazeteyi açıyorsunuz, burç köşesine gözünüz takılıyor. "Bugün sürpriz bir haber alacaksınız" yazıyor. Gün boyunca bir telefon, bir mesaj, bir işaret bekliyorsunuz. O kadar çok bekliyorsunuz ki, sonunda gelen sıradan bir mesajı bile sürpriz ilan ediyorsunuz. İster istemez insan kendi hikâyesini burçlara uyduruyor gibi geliyor bazen.
Ama öyle anlar oluyor ki, yıldız haritaları, doğum saatleri, gezegen geçişleri sanki hayatımızı ilmek ilmek örüyormuş gibi hissettiriyor. Bir arkadaşınızın doğum haritasını çıkartıyorlar, tüm kişilik özellikleri birebir örtüşüyor. İçten içe "Yoksa gerçekten bir şeyler var mı?" diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Kendimle de çelişiyorum açıkçası. Kötü bir gün geçirsem "Merkür retrosu varmış zaten" diyerek avunuyorum. İyi bir haber alsam "Demek ki Jüpiter etkisi başladı" diyorum. Hiçbir şey olmasa da "Bugün Ay boşlukta, normal" diye açıklama yapabiliyorum. Burçlara inanmıyorum desem de, bir bahaneye ihtiyacım olduğunda yıldızlara sarılıyorum.
Belki de mesele inanıp inanmamak değil, o küçük rehberlik duygusunu hissetmek. İnsan bazen gökyüzüne bakıp bir işaret arıyor. Bazen de sadece sabah sayfasında bir iki cümle okuyup gününe küçük bir umut katmak istiyor.
Sonuçta, burçlar belki kaderimizi çizmez. Ama hayatın akışında küçük bir tebessüm, bir umut, bazen de bir teselli olmuyorlar mı?
İnanmak mı, inanmamak mı?
İşte bu sorunun kesin bir cevabı hâlâ yok bende.