Bilim dünyası uzun süredir insan ömrünü uzatmanın peşinde.

Genetik mühendisliği, hücre yenilenmesi ve doku üretimi gibi alanlarda yaşanan gelişmeler, “ölümsüzlük” kavramını fanteziden gerçeğe yaklaştırıyor.
Ama şu soruyu sormadan geçemiyoruz: İnsan ömrünü uzatmak, insanlığın kalitesini artırır mı?

Yaşlanmayı geciktiren ilaçlar, kök hücre tedavileri ve yapay organlar sayesinde ortalama yaşam süresi her geçen yıl artıyor.
Ancak bu ilerlemeler, beraberinde ciddi etik tartışmaları da getiriyor.
Çünkü yaşamın süresi uzarken, kaynakların paylaşımı da karmaşık hale geliyor.
Uzun ömürlü bir toplum, genç nesillere yer bırakabilecek mi?

Bir yandan bilim insanları “yaşlanmayı bir hastalık gibi tedavi etmekten” bahsediyor, öte yandan filozoflar insan ömrünün sınırının doğal bir denge unsuru olduğunu savunuyor.
Belki de sorun ölümsüzlük değil, ömrün nasıl yaşandığıdır.

Biyoteknoloji bize zaman kazandırabilir, ama anlam kazandırmak yine bize düşer.
Çünkü sonsuz yaşamak, mutlu yaşamak anlamına gelmez.
İnsan, sınırlılığı sayesinde değerlidir; ölüm korkusu bile hayatın anlamını şekillendirir.