Bilim dünyası son yirmi yılda öyle bir noktaya geldi ki artık “insan doğası” bile laboratuvarlarda tartışılıyor. Genetik mühendisliği, hastalıkları yok etme, yaşam süresini uzatma ve doğmamış çocukların özelliklerini belirleme potansiyeliyle insanlığın eline eşi görülmemiş bir güç verdi.

Ama her büyük güç gibi, bu da büyük soruları beraberinde getirdi.

Bir insanın genetik kodunu değiştirmek, yalnızca tıp biliminin değil, felsefenin ve ahlakın da sınırlarını zorluyor.
Bir bebeğin zekâsını ya da göz rengini seçmek, tıp başarısı mı yoksa doğanın düzenine müdahale mi?
Bu sorular, artık bilim kurgu romanlarının değil, gerçek dünyanın konusu.

Genetik teknolojiler elbette hastalıkları ortadan kaldırmak gibi insanlık için büyük bir fırsat sunuyor. Ancak mesele, bu gücün kimlerin elinde olduğunda yatıyor.
Kâr odaklı sistemlerde genetik müdahale, bir “elit insan sınıfı” yaratma tehlikesi taşıyor.
İnsan, kendi kaderini yeniden yazmaya kalkarken, eşitsizliği de kalıcı hâle getirebilir.

Belki de en önemli soru şu:
“Yapabiliyoruz diye yapmalı mıyız?”
Bilim insanı için bu soru basit görünmeyebilir, ama insanlık için varoluşsal bir uyarıdır.
Genetik mühendisliği, geleceğin kapılarını aralıyor; ama o kapının ardında neyle karşılaşacağımız tamamen bizim etik duruşumuza bağlı.