Dijital çağ, insanlık tarihinin en büyük iletişim devrimini başlattı. Artık tek bir tıklamayla dünyaya seslenebiliyor, bir saniyede binlerce kilometre ötedeki kişiyle bağlantı kurabiliyoruz. Fakat bu sınırsız erişim beraberinde görünmez bir bedel de getirdi: mahremiyetin kaybı.
Bugün attığımız her adım, yazdığımız her kelime dijital izler bırakıyor. Akıllı telefonlarımız, saatlerimiz, hatta evimizdeki elektronik eşyalar bile sürekli veri topluyor. Bu durum artık yalnızca bir “gizlilik” sorunu değil, bir yaşam biçimi meselesi. Çünkü modern insan, “görünür olmadan var olamayacağına” inanıyor.
Sosyal medya, bu inancı besleyen en güçlü araç.
Ancak görünür olmak, her zaman özgür olmak anlamına gelmiyor.
Veri ekonomisi çağında, kişisel bilgilerimiz birer ticari değere dönüşmüş durumda. Biz farkında olmadan ilgi alanlarımız, alışkanlıklarımız ve hatta duygularımız şirketlerin algoritmalarına satılıyor. Bu da dijital çağın en büyük çelişkisini doğuruyor: özgürlük vaadiyle başlayan bir teknoloji, bizi izlenebilir bireylere dönüştürüyor.
Mahremiyetin yeniden tanımlandığı bu dönemde asıl mesele, gizlenmek değil; sınır çizebilmektir.
Kendimizi korumak, teknolojiden kaçmak değil, onu bilinçli kullanmaktan geçiyor. Çünkü dijital çağda görünmezlik neredeyse imkânsız, ama farkındalık hâlâ mümkün.