İYİ Parti Genel Başkanı Dervişoğlu, infazla ilgili planlanan düzenleme, terör örgütü PKK’nın fesih kararı, komisyon kurulması tartışmaları, erken seçim ve anayasa değişikliği başta olmak üzere gündemdeki konularla ilgili ANKA Haber Ajansı’na konuştu.
Dervişoğlu, İnfaz Kanunu'nda yapılması planlanan değişikliklerle ilgili Dervişoğlu, "Bu talep ve beklentiler yeni talep ve beklentiler değil. Dünden bugüne kendini göstermiş ve altyapısı DEM tarafından oluşturulmaya çalışılan bir talep ve beklenti zinciri bu. Mesela ‘ortak vatan’ kavramı üzerinde konuşuluyor. ‘Eşit yurttaşlık’ ve ‘demokratik cumhuriyet.’ Şimdi 'ortak vatan' kavramı neyin üzerinde sürdürülüyor? Bu vatan ortak değil mi? Yani biz farklı etnik kökenlere farklı bölgeler vererek orada yaşamalarını mı dayatıyoruz? Ankara’nın batısında yaşıyor, Kürt kardeşlerimizin yüzde 60’dan fazlası. En büyük Kürt kenti neresidir diye sorarsanız, nüfusuna bakarak İstanbul çıkar" ifadesini kullandı.
"İnfaz düzenlemesi Meclise sunulduğunda destek verecek misiniz" sorusu üzerine Dervişoğlu, "Ne getireceklerini bilmiyorum. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasına yönelik bir düzenlemeyi muvazaa ile gündeme getirirlerse bunun ben şahsen millete sorulmasını isterim" diye konuştu.
"Can Atalay’ın durumu ile Abdullah Öcalan’ın durumu aynı değil"
"İnfaz düzenlemesi Selahattin Demirtaş'ı ve Can Atalay'ı da kapsarsa destekler misiniz" sorusuna Dervişoğlu, "Can Atalay’ın durumu ile Abdullah Öcalan’ın durumu aynı değil" yanıtını verdi.
Dervişoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Şu anda bütün bu meselelerin kapalı kapılar ardında yapılmasına ben karşıyım. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin hukukçu kurmayları Saray bürokrasisi ile bir araya gelerek Meclis’in bilgisi dışında bir şey hazırlayacak, onu TBMM’ye dayatacaklarsa bu yönteme kökünden karşıyım.
Kapalı kapılar arkasında planlanıyor. Ben diyorum ki, bu, Büyük Orta Doğu Projesi’nin bir merhalesidir. Dolayısıyla PKK yazıhane değiştiriyor diyorum. PKK’nın zaten bittiğini, bu ülkeyi yönetenler kendileri söylemediler mi. Ayakkabı numarasına kadar biliyorlardı. 89 kişi kalmıştı. Hepimizin geleceğini ilgilendiren yasal düzenlemeler de tıpkı bu süreç gibi kapalı kapılar arkasında planlanıyor ve dayatılıyor. Ondan sonra da şu deniyor, 'Biz böyleyiz, bizim mecliste bir çoğunluğumuz var.' Şimdi DEM’i de yanlarına alabilirler, istedikleri yasal düzenlemeyi, TBMM’nin gündemine taşıyabilirler. Netice itibarıyla burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Biz onun yanlışlarına işaret ederiz.”
"Komisyon kimleri dinleyecek? Bu memleket gizli tanık ifadeleriyle onlarca felaketin eşiğine taşındı"
“Bir komisyon kurulursa üye verecek misiniz” sorusu üzerine Dervişoğlu, şöyle konuştu:
"Muhtevasının ne olduğunu bilmiyorum. Bir fantezi üzerinde tartışıyoruz ve bu tartışmalar Türkiye’nin gerçek gündemlerini kapatıyor, gölgeliyor. Türkiye’nin çok önemli problemleri var. 7 madde sayıyor, ‘komisyon kurulsun, 100 kişiden müteşekkil olsun, her parti üye versin...’ Meclis’in zaten milletvekili sayısı 600... Bunların teknik olarak olup olmayacağına bakılır.
‘Salt çoğunlukla karar versin.’ Bu komisyon kimlerden oluşacak, bu komisyon kimleri dinleyecek. Yani bu memleket gizli tanık ifadeleriyle onlarca felaketin eşiğine taşındı, onlarca tartışılan yargı kararlarının alınmasına vesile oldu. Şimdi bir komisyon kurdunuz… DEM bunu uzun zamandan beri bir ‘hakikat komisyonu’ olarak tarif ediyor. Yani verdiği bilgilerin sıhhatinden emin olmadığınız adamlar TBMM’ye getirilir, Türkiye Cumhuriyeti’ne iftira atarsa, bunlar tutanak altına alınırsa, 20-25, 50 yıl, bunların devlet hayatında kısa vadeler, Türkiye’nin karşısına çıkarılırsa, birileri zaten sürecin başında Lozan karşıtlığını ifade ederken işgal ve soykırımdan bahsediyor…”
“Siz bu süreçte ne öneriyorsunuz?” sorusuna Dervişoğlu, şu yanıtı verdi:
"Ben olsam sorarım, 'Neden vazgeçtiniz' diye. 'Türkiye’nin üniter devlet yapısına karşı olmaktan vazgeçtiniz mi' diye sorarım. Şimdi ben neye göre bir değerlendirme yapacağım? Bana şu anda Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler herhangi bir bilgilendirme yapmıyor ki. Bana bilgi vermek üzere İmralı’ya ulaklık yapmaya giden adamları partilere gönderiyorlar. Bana gelmesi gereken ya da beni davet etmesi gereken Cumhurbaşkanı’dır. Ziyaret etmesi gereken Dışişleri, İçişleri, Adalet Bakanıdır, MİT Müsteşarıdır. Ben devletten herhangi bir bilgi almıyorum ki. Bu adamların uzunca bir zamandan beri terör örgütünün uzantısı dedikleri partinin verdiği bilgiyle ben hangi fikri edineceğim."
"Ortak vatan, Yugoslavya’nın bölünmesinin ana fikridir"
"Cumhurbaşkanı ziyaret de edebilir, bilgi için davet de edebilir, ayrıca bu süreç noktayı nazarından hesap vermek üzere de beni ziyaret edebilir” diyen Dervişoğlu, “O zaman sürece dahil olur musunuz?” sorusuna “Bu tek başıma alacağım bir karar değil” karşılığını verdi.
Dervişoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu sürecin neresine dahil olalım, soruyorum size. Adam diyor ki ‘ortak vatan.’ Ben de diyorum ki vatan ortak değil mi? ‘Eşit yurttaşlık.’ Kanun önünde eşit olmadığımızı kim söyleyebilir. Ancak bu iktidarın uygulamaları yüzünden eşitlik duygusu zedelenmiştir. ‘Ortak vatan’ ne biliyor musunuz? Ortak vatan Yugoslavya’nın bölünmesinin ana fikridir. Ben desem kim Kürtler Urfa, Diyarbakır, Bitlis oralarda yaşasın, buraya gelemezsiniz. Ortak vatan talebinin yanında dururum o zaman. Ama Türkiye’yi çok bayraklı bir federasyona dönüştürmek yolunda atılmış adımlar var ve bunlar tutanak altına alınmış. Bu PKK denen örgütün KCK diye bir çatı yapısı yok mu? Dörtlü kanton talebiyle Irak, Türkiye, Suriye ve İran’da ayrı ayrı örgütler yok mu? ‘PKK kendini feshetti. Devlet diyor ki, ‘KCK’nın bütün alt unsuları ve bileşenleri de silah bırakacak.’ Suriye’nin kuzeyindeki YPG, PYD ordusu ABD’nin eğitip donattığı bir ordu. Siz kime silah bıraktırıyorsunuz, kimi kandırıyorsunuz?”
"Gizli tanıklar, itirafçılar, etkin pişmanlıktan yararlanma vs. bunlar doğru yöntemler değil"
Dervişoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye’ne yönelik soruşturmalarla ilgili soru üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Benim burada bir yolsuzluk varsa soruşturulmasın diyen bir tavrım yok. Ben soruşturmanın yol ve yöntemlerine karşıyım. ‘Yolsuzluk varsa soruşturulsun’ derken de varmış gibi birilerini de töhmet altında bırakmamak lazım.
Siz böyle bir soruşturmaya başladınız. Bahsettiğiniz kişi bir belediye başkanı. O ya da başka bir yerin belediye başkanı. Terörle iltisak ilişkiden hareketle kayyumlar atanıyor, ben onun usulsüzlüğüne bile karşı çıktım, defalarca söyledim. Siz bir soruşturma yapıyorsunuz, hukuk dilinde tutuklama bir tedbirdir. Bir cezalandırma yöntemi değildir. Siz adamı tutukluyorsunuz, ortağınız çıkıp diyor ki ‘adam hakkında deliliniz varsa getirin buraya koyun, varsa cezalandırın yoksa beraat ettirin.’ Bunlar eğer o soruşturma kapsamında Ekrem İmamoğlu’nu tutukladıklarında ellerinde herhangi bir delil yok da bugün delil toplama cihetine gidiyorlarsa Ekrem İmamoğlu boş yere tutuklanmıştır, şimdi baskıyla deliller toparlanıyordur. Bu, iktidarın geçmiş sabıkalarından ötürü ‘yargı alanında her türlü hukuksuzluğa imza atması muhtemeldir’ hissiyatını doğuruyor. Ergenekon, Balyoz sürecinde biz bunu yaşadık ve gördük. Dolayısıyla siz adamı tutuklarken elinizde bir şey yok, şimdi delil topluyorsunuz sonucu çıkar bundan. Gizli tanıklar, itirafçılar, etkin pişmanlıktan yararlanma vs. Bunlar doğru yöntemler değil. Adamın hakkında soruşturma yaparsın, İçişleri Bakanlığının müfettişi yok mu? Belediye Başkanı yolsuzluk yaparsa kim gelir, müfettiş gelir. Gelir soruşturur, süreci hızlandırır, ‘burada yolsuzluk burada haksızlık var’ der, ondan sonra savcılığa gönderir, savcılık işlem yapar. Burada öyle değil. Burada hissiyat şu; ‘Ekrem İmamoğlu Tayyip Erdoğan’ın siyasi rakibi ve Tayyip Erdoğan Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye etmek için bu yol ve yöntemleri kullanıyor’ diye düşünüyor vatandaş.
Bana deniliyor ki ‘Yolsuzluk varsa ne yapacaksın.’ Benim işim mi? ‘Terör varsa ne yapacaksın?’ Benim işim mi? Kanunla tanımlanmış bunlarla kim mücadele edecek diye. Suç işlemişse yargı müdahale eder, bir tehdit varsa mülki amirlik müdahale eder. Bu bahsettiğim şeylerin hepsi sadece Recep Tayyip Erdoğan diye olarak anılıyor diye bu sancıyı yaşıyoruz. Kolluk da Recep Bey, ordu da Recep Bey, polis de Recep Bey. Mahkeme de Recep Bey. Ben de diyorum ki, Türkiye’yi bu hale getiren sistemin bu ülkeye ve bu ülkenin vatandaşlarına daha fazla zarar vermeden revize edilmesi elden geçirilmesi ve tek adamlığa evrilen bu sistemin derhal terk edilerek parlamenter demokratik sisteme geçişin yolunun açılması lazım.”
“Bu erken seçim gündeme gelmemiş olsaydı bugün bu vahşi uygulamalar söz konusu olmayabilirdi”
Erken seçim ihtimaline ilişkin soru üzerine Dervişoğlu şu değerlendirme bulundu:
"Onu yapacak sandalye sayısı muhalefette yok. Erken seçim Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kere daha aday olmasının önünü açıyor. Muhalefet seçim istiyor. İktidar eğer bu işe el atmaz ise erken seçimin telaffuz edilmesi sadece Recep Tayyip Erdoğan’ın iştahını kabartmaya yarar. Recep Tayyip Erdoğan’a seçim takvimini belirleme imkanı verir.
Türkiye’nin sizce seçime ihtiyacı var mıdır diye soruyorsanız, evet vardır ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkisindedir. Meclisten erken seçim kararı çıkarmaya da gerek yok, Tayyip Bey direkt, resen aday olmamayı göze aldığı takdirde Türkiye’yi seçime götürebilir. Bu da bir yoldur. Belki o da yapılabilir. Türkiye’nin parlamenter demokratik sisteme geçiş ya da yarı başkanlığa geçiş için birtakım görüşmelerin ve temasların olduğuna dair duyumlar alıyoruz. Bunlar da yapılabilir. Ama bunların hep kamuoyundan saklanarak, tek merkezden, bir sonraki seçimin şartlarını oluşturmak adına yapılmasına karşı çıkıyorum.
Bu erken seçim gündeme gelmemiş olsaydı, bu iştah böyle kabartılmamış olsaydı, sistemle ilgili süreci nakış nakış işleyecek düzenlemelerin temini cihetine gidilmiş olsaydı, bugün bu vahşi uygulamalar söz konusu olmayabilirdi."
"Bir adamı yerinde tutmak hem ülkeyi belaya sokuyor, hem ülkenin ahlakını zedeliyor hem ülkenin siyasetini zehirliyor"
Anayasa değişikliği tartışmalarına ve bu kapsamda milletvekili istifalarına ilişkin soruya Dervişoğlu, şunları kaydetti:
"Başka bir partiden milletvekili almanıza gerek yok. Yani milletvekili transferi yapmasına gerek yok. Zaten grup kararını alamıyor anayasa değişikliklerinde siyasi partiler. Bir partinin içindeki adamı da alabilirler, bunun bir adım sonrasında. Peki biz bunu ne için yapıyoruz? Bir adamı yerinde tutmak için. Bir adamı yerinde tutmak hem bu ülkeyi belaya sokuyor, hem bu ülkenin ahlakını zedeliyor hem bu ülkenin siyasetini zehirliyor. Sorgulanması gereken sistem değil mi?"