Haber: Oktay YILDIRIM - Kamera: Mehmet ÇALPAR

(İSTANBUL) Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, Kanal İstanbul, rezerv alanları ve cezaevinde olan şehir plancılarıyla ilgili ANKA Haber Ajansı’na konuştu. Kanal İstanbul'un siyasi bir gayrimenkul, rant projesi olduğunu vurgulayan, Kuzey Ormanları'na planlanan prejelerin İstanbul'a 2, 2.5 milyon yeni nüfus demek olduğunu belirten Giritlioğlu “Tutuklanan şehir plancıları 2019 yerel seçimlerinden sonra, aslında zaman içerisinde kurgulanan bu rant musluklarından rant çarkının dönmesine bir engel teşkil ettiler. Çünkü oradaki süreci çok açık bir şekilde görüyorlardı hukuksuzlukların farkındaydılar ve bu anlamda mesleklerinin gereği olan, sorumluluklarının gereği olan adımları attılar. Ancak bu adımlar birilerinin hoşuna gitmedi çok açık bir şekilde” dedi.

Uskumru Platformu’nun düzenlemiş olduğu panele katılan şehir plancısı, akademisyen Prof. Dr. Pelin Pınar Giritlioğlu, panel sonrası ANKA Haber Ajansı’na konuştu. Kanal İstanbul, rezerv alanları ve tutuklu bulunan şehir plancıları hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı. Mega projeler yüzünden Kuzey Ormanları’nın büyük bir risk büyük bir tehdit altında olduğunu söyleyen Giritlioğlu şunları söyledi:

-Kuzey Ormanları için tehdit devam ediyor mu?

“Kuzey Ormanları çok büyük tehdit altında mega projesi baskısı altında”

“Kanal İstanbul burada aslında tek proje değil. Kuzey ormanları açısından baktığımızda biliyorsunuz üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, Kuzey Marmara Otoyolu ve Kanal İstanbul entegre projeler birbiriyle ve hepsi birden kuzey ormanları üzerinde son derece olumsuz etkiler yapıyor. Bizim bir 2009 onanlı çevre düzeni planımız var İstanbul'da ve bu plan kuzeye doğru baskıyı, yapılaşmayı yasaklayan bir plan emredici nitelikte bir plan. Buna rağmen Kanal İstanbul projesi diğer bu mega projelerle birlikte aslında İstanbul'un kuzeyine dolayısıyla da Kuzey Ormanlarına doğru çok büyük bir yapı ve nüfus baskısını getiriyor. Zaten şu anda bütün bu rota üzerinde seyrettiğiniz zaman nasıl adım adım bölgenin değişmeye uğradığını çok açık bir şekilde görmek mümkün. Yani bu durumda Kuzey Ormanları büyük bir risk büyük bir tehdit altında mega proje baskısı altında.”

-Rezerv alanları konusu vardı..

“Rezerv alan dediğimiz şey aslında muhafaza edilen alanlar anlamında kullanılıyor”

“Kanal İstanbul bölgesindeki rezerv alan 2012 yılında ilan edildi. 33 bin 500 hektarlık bir alan. İstanbul'un en büyük rezerv alanı. Neler vardı bu alanda? Tarım alanları, mera alanları, orman alanları, su havzaları yani kentin gıdasını ve suyunu da temin eden ve hassas ekolojik sistemleri içeren bir bölge rezerv alanı ilan edildi. Dünya literatüründe rezerv alanın karşılığına baktığımız zaman aslında bütün bu hassas ekolojik alanları içeren yerler ama bunlar korunan alanlar. Yani rezerv alan dediğimiz şey aslında muhafaza edilen alanlar anlamında kullanılıyor. Fakat biz de tam olarak bütün bu alanları yapılaşma baskısına açan yüksek nüfus yoğunlukları içeren karayolu ulaşım baskısını beraberinde getiren projeler aklımıza geliyor ne yazık ki. Ve bunlar da 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi hakkında kanun kapsamında yapılan uygulamalar. Kanal İstanbul rezerv alanı böyle bir alandı.

“Son derece tehlikeli bir süreci başlattı”

Aslında içinde iki ayrı bölümü olan, iki ayağı olan bir proje Kanal İstanbul. Bir su yolu projesi bir de onun etrafında geliştirilen gayrimenkul projesi. Biz TMMOB bünyesinde bir Bilim Kurulu da oluşturmuştuk bu konuda. Farklı meslek alanlarından, farklı oda meslek odalarından temsilcilerin bulunduğu içinde hocalarımızın bulunduğu çok farklı disiplinlerden kişilerin bulunduğu, uzmanların bulunduğu bir komisyon ve çok detaylı raporlar hazırladılar bunlar ve en başta söylediğimiz şey aslında Kanal İstanbul projesinin büyük bir gayrimenkul projesi olduğuydu. Su yolu bir yandan ayrı bir iş ama esas olarak öncelikle başlayan kısmı olan gayrimenkul projesi burada. Son derece tehlikeli bir süreci başlattı.

“Kanal İstanbul siyasi bir projedir ve bir gayrimenkul projesidir, bir rant projesidir”

Neden? Çünkü burada dediğim gibi su havzaları var İstanbul'un. Örneğin Sazlıdere Barajı tek başına İstanbul'un 24 günlük suyunu karşılayan alan. Planlama alanı içerisinde 30 milyon metrekare tarım alanı vardı. Bunun neredeyse beş milyon metrekaresi mutlak korunması gerekli tarım arazisiydi, keza meralar ve orman alanları olan bir bölgeden söz ediyoruz. Şu anda bu bölgede açtığımız çok sayıda dava var. Hem çevresel etki değerlendirmesi raporuna ÇED raporunu açtığımız davalar. Onun arkasından gelen bir bölü yüz bin ölçekli demin bahsettiğim 2009 planında yapılan revizyonu açtığımız davalar. Onun arkasından nazım ve uygulama imar planları. Biz bütün bunlara davalar açtık. Açtığımız davaların imar planlarıyla ilgili olan çok hızla reddedildi. ÇED davası daha uzun sürdü ve bununla bütün bunlar da aslında ne kadar politik bir süreç yaşandığını burada bize çok açık bir şekilde gösteriyor. Siyasi bir projeyle karşı karşıyayız böyle baktığımızda. Çünkü bütün alınan kararlar, bütün bilimsel raporlara rağmen ret çıkması bunu bize çok açık bir şekilde gösteriyor. Kanal İstanbul siyasi bir projedir ve bir gayrimenkul projesidir, bir rant projesidir.

“İBB’ye tapu bilgilerine erişim yasağı getirildi”

2019 yerel seçimlerinden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu konuda bir çalışma yürütmüştü ve tapu kayıtlarını inceledi. 2010 – 11 yıllarından itibaren müthiş el değiştirmeleri olduğunu da ortaya çıkardı ve bunun üzerine İBB’ye tapu bilgilerine erişim yasağı getirildi. Bunun arkasından gene yerel seçimlerin hemen sonrasında sayın Ekrem İmamoğlu 31 Aralık 2019'da Çevre Şehircilik Bakanlığına giderek Kanal İstanbul'a hayır dilekçesini verdi. Bütün bunlar da aslında yeni yerel yönetimin Kanal İstanbul'a bakışını ve siyasi duruşunu ortaya koyan şeyler oldu. Zaten herhalde bütün bu meseleler de bugün yaşadığımız buralardan başladı diyebiliriz. Şu anda bölgede açtığımız davalarda yürütmeyi durdurma kararları verilmediği için çok sayıda proje yürütülüyor. Yaklaşık 24 bin konut şu anda bölgede inşa oluyor ve su havzalarının üzerinde. Zaten Sazlıdere Barajı'nın devreden çıkarılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararı iki yıl önce alındı. Bugünlerde de bunun gerçekleştiğini görüyoruz. İSKİ'nin bu konuda davaları var ve İSKİ'nin de neden hani görevden alındığını belki de açıklayabilen de bir durum bu.

“Kanal İstanbul projesi böyle baktığımızda çok büyük bir ekolojik yıkım projesi”

Kanal İstanbul projesi böyle baktığımızda çok büyük bir ekolojik yıkım projesi sadece İstanbul için değil bütün bölge için bütün Trakya bölgesi için ve hatta Karadeniz'e kıyısı olan tüm ülkeler için. Çünkü Marmara Denizi'yle Karadeniz'i de birbirine bağlayan, dolayısıyla buradaki bütün denizel sistemi de etkileyen içindeki birçok türün yok olmasına sebep olan denizin tuzluluk oranlarını değiştiren bir proje aynı zamanda. Bütün bunlarla birlikte baktığınızda aslında uluslararası bir boyutunun da olduğunu hatırlamak lazım ve bu anlamda uluslararası sözleşmelere de aykırılık taşıdığını da söylemiş olalım”

“Bakan Kurum bu projeyi meşrulaştırmak için böyle bir şeyden bahsetti”

-Ama her şeye rağmen ilerliyor bu proje

“Her şeye rağmen ilerliyor çünkü dediğim gibi mahkemeler ne yazık ki burada yürütmeyi durdurma kararları vermediler açtığımız davalarda ve aslında şu anda telafisi imkansız dediğimiz durumlarda ortaya çıkmış durumda. Meraların üzerinde, tarım alanlarının konut alanları yükseliyor. Bakan Kurum geçenlerde bir bu konuda bir açıklama yaptı. Bu itirazlarımız üzerine, dedi ki niye kızıyorlar biz burada sosyal konut yapıyoruz dedi bu projeyi meşrulaştırmak için böyle bir şeyden bahsetti. Burada yapılan projeler birincisi sosyal konut değil, üst gelir grubuna yapılan projeler ama hiç önemli değil. Burada sosyal konutta yapılamaz çünkü burası kentin afet durumunda özellikle ihtiyacı olan alanlar. Tarım alanları, su havzaları, orman alanları biz afet olduğunda buralarda sığınacağız. Buralarda besleneceğiz, buralarda su içeceğiz. Dolayısıyla burada değil konut projesi değil sosyal konut projesi bir okulda yapılamaz hastane de yapılamaz. Başka da hiçbir şey yapılamaz hiçbir inşaatı yapılmaması gereken bir bölge.

“İki bakan biliyorsunuz birbiriyle de çelişti”

Gene dedi ki yalanlar söyleniyor burada. Burada yabancılar konut alıyor dendi hepsi Türk vatandaşı dedi evet hepsi Türk vatandaşı çünkü gayrimenkul satın alarak Türk vatandaşı oldular. Sonra dedi ki burası su havzası değil açıp bir ÇED raporuna bakması lazım. Orada çok açık bir şekilde zaten ve plan buranın su havzası olduğu görülüyor. Sonra gene dedi ki Sazlıdere Barajı çalışmıyor dedi baraj orada duruyor dedi. Baraj duruyor ama çalışmıyor gerçekten de. Dolayısıyla aslında bütün süreç, su yolu kısmı şimdilik duruyor olabilir finans bulunamadığı için. Ama gayrimenkul kısmı hızla yürüyor. İki bakan biliyorsunuz birbiriyle de çelişti. Kurum dedi ki gündemimizde yok aynı gün Ulaştırma Bakanı dedi ki gündemimizde ve yapacağız bunu. Bir tanesi sanıyorum su yolundan bahsediyor, bir tanesi gayrimenkul kısmından bahsediyor. Ancak tam tersi demeç vermeleri beklenirdi. Çünkü gayrimenkul kısmı Kurum’un kısmı ve gündemde yapılıyor çünkü. Ama diğeri evet bir bütçe istiyor ve Avrupa bankaları şu anda bu kadar büyük çevresel etkileri olan projeleri fonlamıyorlar o yüzden kaynak henüz bulunamadı. Araplar da belli ki vermedi. Dolayısıyla şimdilik Çin’in ilgili olduğu söyleniyor. Bir finans bulunana kadar orası durmaya devam edecek o kısmı aslında pek gündemde değil.

“Hiçbiri afetle ilgili değil bunların”

Şunu da söyleyelim. Dünyada böyle başka yapay kanal projeleri var ama hiçbirinin etrafında böyle gayrimenkul projeleri filan yok. Çünkü ihtiyaca yönelik yapılmıştı kıtalar arası yolculuğu azaltmak üzere yapılmış kanallar bunlar ve böyle etraflarında rant projeleri filan bulunmuyor. Biz Kanal İstanbul projesini açtığımız davalarda TMMOB olarak şunu söylemiştik. Dedik ki burası bir rezerv alan. Ama buranın planlarına baktığınız zaman başka amaçlar görüyoruz. İçinde yat limanları işte o dönem lojistik tesisleri, turizmde bir marka yaratmak, yatırım projeleri yapmak filan bir sürü böyle amaç var ama hiçbiri afetle ilgili değil bunların. Dedik ki bu planların rezervle veya afetle ne ilgisi var diye yola çıkmıştık davalarımızı açarken. Gerçekten de öyleydi planlara baktığımız zaman da gerçekten burada böyle bir afet kaygısı taşınmadığını çok açık bir şekilde gördük. Bölgede özel standartlar ihtiva eden proje alanları var, özel proje alanları. Yani ayrıcalıklı imar hakları getirilen projeler. Bütün bunların afetle filan bir ilgisi yok. İstanbul'un dirençliliğine de bir katkısı yok. Daha fazla nüfus yaklaşık iki, iki buçuk milyon yeni nüfus getirecek İstanbul'un üzerine ve çok büyük bir kara yolu baskısı yedi tane köprüyle, bir demir yolu köprüsüyle getirecek bir projeyle karşı karşıyayız”

“20 – 25 yıldır yıldır kurulmuş bir düzenin çarkların dişlilerin kırılmasına sebebiyet verdi. Rant muslukları kapandı. Bundan dolayı da ne yazık ki arkadaşlarımız şu anda cezaevinde hukuksuz ve haksız bir şekilde yatıyorlar”

-Neden şehir plancıları cezaevine koyuluyor. Kanal İstanbul veya Kuzey Ormanlarının talan edilmesi ile alakalı olabilir mi?

"Hani demin de söyledim bir kere Kanal İstanbul'a karşı 2019 yerel seçimlerinden sonra yeni yönetimin duruşu iktidar tarafında büyük bir alerji uyandırdı belki böyle ifade edebiliriz bunu daha oradan başlayan bir şey var zaten. Tabii şu anda cezaevinde olan şehir plancı arkadaşlarımız ki buna Tayfun Kahraman'ı da ekleyelim. Gezi tutuklusu olan Tayfun Kahraman'ı o da bir şehir plancısı. Bir meslek odası temsilcisi ve yöneticisiydi. Şehir Plancıları bu dönemde yani 2019 yerel seçimlerinden sonra aslında zaman içerisinde kurgulanan bu rant musluklarının rant çarkının dönmesine bir engel teşkil ettiler. Çünkü oradaki süreci çok açık bir şekilde görüyorlardı hukuksuzlukların farkındaydılar ve bu anlamda mesleklerinin gereği olan, sorumluluklarının gereği olan adımları attılar. Ancak bu adımlar birilerinin hoşuna gitmedi çok açık bir şekilde ki sevgili Ramazan'ın işte haberlerde de çıktı bunlar işte mafya tarafından tehdit edilmesi filan gibi bir sürü meselede burada karşımıza çıktı bunları yaşadık. Bütün şehir plancısı arkadaşlarımız, İBB yönetimindeki şu an cezaevinde olan arkadaşlarımız yapması gereken neyse onları yaptılar. Bir meslek alanı olan şehir planlamanın sorumluluklarını yerine getirdiler. Şehir plancıları kamu yararına çalışırlar. Rant için çalışmazlar, çalışmamalıdırlar ve bu arkadaşlarımız da kamu yararına yapmaları gerekenleri yerine getirdiler. Ancak dediğim gibi bu durum ne yazık ki o önceden neredeyse 20 – 25 yıldır yıldır kurulmuş bir düzenin çarkların dişlilerin kırılmasına sebebiyet verdi. Rant muslukları kapandı. Bundan dolayı da ne yazık ki arkadaşlarımız şu anda cezaevinde hukuksuz ve haksız bir şekilde yatıyorlar"

“Ettikleri yemine sadık kalan yargı mensupları bu durumu değerlendirirler ve olması gereken sonuçları bize gösterirler”

-Bundan sonraki süreç nasıl gelişir sizce?

“Tabii niyet okumanız mümkün değil. Ama en azından gönlümüzden geçenleri söyleyebiliriz. Benim gönlümden geçen adaletin doğru bir şekilde işlemesi bundan sonraki durumda. Şimdi davalar yürüyor, içeride olan arkadaşlarımızla ilgili. Buralarda zaten çok büyük hukuksuzluklar da oldu. Hiç tutuklanmadan devam edebilecek davalarken içeri atıldılar. İşte İmamoğlu'nun mal varlığına el kondu daha hiçbir yargı kararı yokken bunlar yapıldı. Bu noktadan sonra bu açılan davalarda adaletin olması gerektiği gibi işlemesi temennisinde bulunabilirim ve umuyorum ki hala ettikleri yemine sadık kalan yargı mensupları bu durumu değerlendirirler ve olması gereken sonuçları bize gösterirler”

Kuzey Ormanları Savunması aktivisti Hasan Ali Sarıkaya ise şunları söyledi:

“Maalesef bu bölge hem suyu hem yeşil alanı olarak her geçen gün betonlaştırılıyor, yok ediliyor”

"Şimdi tabii Kuzey Ormanlarının bölgesi Bizanslılardan günümüze kadar gelen Belgrad ormanıyla birlikte İstanbul'un suyunu, havasını sağlayan bir ekosistemidir burası. Ama geçen yıllar içerisinde maalesef bu bölge hem suyu hem yeşil alanı olarak her geçen gün betonlaştırılıyor, yok ediliyor. 15 bin hektar civarında olan bir Belgrad Ormanı bugün beş bin küsur hektara düşmüş durumda. Bununla beraber tabii bunun en büyük etkenlerinden biri de üçüncü köprü Kuzey Marmara Otoyolu, üçüncü havaalanı güzergahıyla birlikte bu bölgede bir şehirleşmenin söz konusu olmasıdır. Şehirleşmenin kendisine baktığımız zaman Sarıyer bölgesinde her geçen gün konutların çoğaldığı, nüfusun bununla birlikte ihtiyaçların da daha da yoğunlaştığı görülüyor. Nedir problemlerin başında gelen nüfus arttıkça. Bir kere ulaşım problemi ortaya çıkıyor. Kuzeyi betonlaştırıp nüfuslaştırınca bu ihtiyacı gidermek haliyle zordur. Niye? Ondan evveli Sarıyer'in Hacıosman'dan başlayıp şehre doğru ikinci ve üçüncü birinci köprüye doğru zaten yoğun bir trafik var. Buradaki trafiği oraya doğru bir Sarıyer Kilyos tüneliyle çözeriz diyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Aslında bunun böyle olamayacağı görülür. Çünkü zaten Sarıyer-Kilyos tünelinin Sarıyer kısmında daha yoğun bir nüfus var. Orada da bir yapılaşmalar devam ediyor halen nüfus artıyor araba sayısı artıyor. Demek ki o bir çözüm değil”

 

 

Kaynak: ANKA