(ANKARA) - DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla yaptığı açıklamada, Türkiye’de gençlerin ekonomik durumuna tepki gösterdi. Rızvanoğlu, gelirin ve fırsatların küçük bir azınlığa aktarıldığını, gençlerin ise emekleriyle değil torpille değerlendirildiğini ileri sürdü. Ülkedeki düzeni “Açlık Oyunu Ekonomisi” olarak tanımlayan Rızvanoğlu, çözümün Cumhuriyet’in eşit fırsat ilkesine geri dönmekten geçtiğini ifade etti. Rızvanoğlu “Türkiye’de, artık eğitim eşit değil, erişim eşit değil, imkanlar eşit değil" dedi.
DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Evrim Rızvanoğlu, 19 Mayıs dolayısıyla Türkiye’de gençlerin ekonomik durumuna ilişkin bir video yayımladı. Rızvanoğlu, kavramın kökenine atıf yaparak Amerikalı akademisyen Scott Galloway’in tanımını aktararak, "Bugün burada yalnızca bir terimden değil, bir sistemden, bir zihniyetten, bir çöküş biçiminden söz edeceğim. Adı: Açlık Oyunu Ekonomisi. Bu kavramı ilk kez bir Amerikalı profesör, Scott Galloway kullandı. Son yıllarda daha da belirginleşen çarpıcı eşitsizliği tarif etmek için. Dedi ki: ‘Artık sistem, yetenekli insanları değil, zengin çocuklarını daha da yapmak için çalışıyor.’ Ve bu tarif, artık yalnızca Amerika’ya değil, Yeni Türkiye’ye de birebir uyuyor. Bu düzen bir yarış değil. Bu düzen, kimin kazanacağının doğuştan belli olduğu, kimin kaybedeceğinin sisteme kodlandığı bir oyun" açıklamasını yaptı.
"En yoksul yüzde 20'lik kesim, sadece yüzde 6’lık bir payla hayatta kalmaya çalışıyor"
Rızvanoğlu, gelir eşitsizliğine dikkati çekerek “Amerika’da en zengin yüzde 10’luk kesim: gelirin üçte ikisini, hisse senetlerinin yüzde 87’sini, gayrimenkullerin yüzde 44’ünü elinde tutuyor. Tüketimin de neredeyse yarısı bu gruba ait. Geri kalan yüzde 90 mı? Onlar için hayat, Galloway’in deyimiyle, yavaş bir ekonomik ölüme dönüşmüş durumda. Ama bu hikaye bize yabancı değil. Çünkü biz, bu oyunun daha sert, daha hızlı, daha yıkıcı versiyonunu yaşıyoruz. Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yüzde 48’ini alıyor. En yoksul yüzde 20 ise sadece yüzde 6’lık bir payla hayatta kalmaya çalışıyor. Yani pastanın neredeyse yarısı sadece küçük bir kesime dağıtılıyor. Buna gelir farkı diyemeyiz. Bu, tam da sistemin bilinçli tercihiyle yaratılmış yapısal bir eşitsizlik. Ve bu eşitsizlik yalnızca geliri değil, hayatın tüm alanlarını kuşatmış durumda" görüşüne yer verdi.
Rızvanoğlu Türkiye’de toplumsal sınıflar arası geçişin az olmasına değinerek, "Gelin yakından bakalım. ‘Amerika’da yoksul bir çocuğun zengin olma ihtimali yüzde 7’. Bu da şu demek: Bir çocuk, yoksul bir ailede doğduysa, hayatı boyunca çok çalışsa bile zenginler sınıfına geçme şansı yalnızca yüzde 7. Yani toplumda sınıflar arası geçiş çok düşük. Doğduğun yer, neredeyse tüm kaderini belirliyor. Peki Türkiye’de durum ne? Dünya Bankasının 2023 Sosyal Hareketlilik Endeksi’ne göre, Türkiye 82 ülke arasında 66'ncı sırada. Bu şu demek: Türkiye’de de yoksul doğan çocukların, eğitim ya da emek yoluyla daha iyi bir hayat kurma ihtimali çok zayıf. Özellikle kırsalda doğan çocuklar, sisteme eşit katılamıyor. Yani bu ülkede bir çocuk, ne kadar çalışırsa çalışsın, çoğu zaman doğduğu koşulların dışına çıkamıyor. Yani; bir çocuk eğer yanlış mahallede doğmuşsa, kaderi de oraya hapsedilmiş demek. Çünkü Türkiye’de, artık eğitim eşit değil, erişim eşit değil, imkanlar eşit değil. Başarılı olma imkanı, ailenin soyadıyla, adresinle, hatta kimin tanıdığı olduğunla belirleniyor. Ve ne yazık ki sistem bunu normalleştirmeye çalışıyor" diye konuştu.
"Dar gelirli ailelerin çocukları için okumak, hayatlarını değiştirebilmenin en meşru, en barışçıl yoluydu"
Rızvanoğlu bu sistemin en çok kaybedeninin gençler olduğunu ifade ederek, "Ama en çok kim kaybediyor biliyor musunuz? Gençlerimiz! TÜİK’e göre, 15-24 yaş arası genç işsizlik: Yüzde 15, üniversite mezunu işsizliği: Yüzde 25’lere ulaşmış durumda. Gençler üniversite okuyor ama iş yok. Diploma alıyor ama geçim yok. Hayal kuruyor ama karşılığında duvar var. Oysa bu ülkede, özellikle dar gelirli ailelerin çocukları için okumak, hayatlarını değiştirebilmenin en meşru, en barışçıl yoluydu. Eğitim eşitlenmenin, kendini var etmenin en güçlü aracıydı. Ama şimdi üniversiteyi bitiriyorsun, diplomanı alıyorsun. Ve sonra bekliyorsun. Çünkü tanıdığın yoksa, torpilin yoksa görünmez oluyorsun. Çalışmışsın, başarmışsın fark etmiyor; birilerinin referansı yoksa, emeğin yok sayılıyor" diye konuştu.
"Bu düzen artık ekonomi değil, bir tür açlık oyunudur"
Rızvanoğlu, şöyle devam etti:
"Peki iş bulabilen yeni mezun bir genç ne kadar maaş alıyor? Ayda 22 ila 25 bin lira. Peki İstanbul’da ortalama bir evin kirası ne kadar? Yine 25 bin lira. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu, bir gencin aldığı maaşla sadece bir çatı kiralayabildiği, ama altına bir hayat kuramadığı anlamına geliyor. Kirasını ödese, hayatını idame ettiremiyor, yaşamaya çalışsa , evsiz kalıyor. Yani bu ülkede artık genç olmak; ne ev demek, ne araba demek, ne birikim, ne gelecek demek… Sadece geçinme savaşı demek. Sadece mücadele, sadece yorgunluk, sadece yoksunluk demek. Peki bu düzende ne ödüllendiriliyor? Çalışmak mı? Hayır. Çabalamak mı? Hayır. Torpil. Kayırma. İktidardan birilerinin tanıdığı olmak. Kiminin referansla girdiği kadrolar, kiminin liyakatsiz şekilde oturduğu makamlar, bugünün en büyük eşitsizlik kaynağı haline geldi. Bu sistem, artık gençlere ‘Sen ne yaparsan yap, senin yerin belli’ diyor. Ve işte bu yüzden diyoruz ki: Bu düzen artık ekonomi değil, bir tür açlık oyunudur."
Rızvanoğlu bu düzenin Cumhuriyet idallerinin yeniden hayata geçirilmesiyle düzelebileceğinin altını çizerek "Peki bu düzen değişebilir mi? Evet, değişebilir. Nasıl mı? Cumhuriyet'in o büyük idealini -herkes için eşit fırsatlar yaratma idealini- yeniden ayağa kaldırarak. Çünkü bu Cumhuriyet, bir kişinin, bir zümrenin değil, herkesin hayal kurabileceği, çalıştığı kadar yükselebileceği bir ülke hayaliyle kuruldu. Köyde doğan bir çocuğun da şehirde doğan kadar imkâna sahip olması için kuruldu. Ama bugün o ideal, kayırmacılıkla, mülakat adaletsizliğiyle, partizanlıkla adım adım eziliyor. Ve biz şunu biliyoruz: Eğer Cumhuriyet’in bu temel ilkesini yeniden ayağa kaldırabilirsek, işte o zaman bu ülkede ‘Açlık Oyunu Ekonomisi’ sona erer. O zaman bu ülkede kazanan; birilerini tanıyanlar değil, bir şeyleri başaranlar olur. Bağlantılar değil, emek ve ehliyet değer kazanır. Göze girmek değil, hak etmek esas olur. Ve işte o gün, bu ülkenin gençleri, hayata kenardan bakan değil, emeğiyle yolunu çizen, geleceğini kendi elleriyle var eden bir kuşak olur" ifadelerini kullandı.