Haber: Edda SÖNMEZ - Kamera: Umut Emre GÖKBULUT 

(İSTANBUL) -  Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, İsrail'in "güvenlik" bahanesiyle tüm bölgeyi güvensizliğe ve teröre sürüklediğini belirterek, "Dolayısıyla, Gazze’de yaşananların yalnızca Filistin’le ilgili olmadığı gibi İsrail’in dün başlattığı İran’a dönük saldırıları da yalnızca İran ile ilgili değildir" dedi.

D-8'in 28. Kuruluş Yıl Dönümü dolayısıyla Çırağan Sarayı’nda program düzenlendi. Programa 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, eski Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç, Pakistan'ın İstanbul Başkonsolosu Nauman Aslam, Filistin'in Ankara Büyükelçisi Faed Khaled Abed Mustafa, Bangladeş'in Ankara Büyükelçisi Amanul Haq, Milli Selamet Partisi Kurucusu Rıdvan Yıldırım, Saadet Partisi Dış İlişkiler Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Kaya katıldı.

Saadet Partisi Genel Başkanı Arıkan, programda yaptığı konuşmada, 15 Haziran 1997'de sekiz İslam ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarının, İstanbul’da bir araya gelerek, tüm dünyaya D-8’in kuruluşunu ilan ettiklerini belirterek, bugün bu önemli olayın 28. yıl dönümü için toplandıklarını ifade etti.

D-8’in konuşulduğu yerde Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a özel bir başlık açılması gerektiğini söyleyen Arıkan, "Çünkü D-8’ler, İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan sonra, İslam dünyasının somut olarak ortaya koyduğu tek küresel organizasyondur. Yine İslam dünyası açısından içinde bulunduğumuz yüzyılın, en önemli dış politika hamlelerinden biridir. Şüphesiz bu oluşumun hayata geçmesinde, en büyük emek ve pay merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’a aittir. Erbakan’ın sahip olduğu vizyon ve ileri görüşlülük olmasaydı, D-8’lerin kurulması da mümkün olmazdı" dedi.

Maalesef İslam dünyasının böylesi bir vizyon ve irade yoksunluğunu gün geçtikçe daha acı ve dramatik bir şekilde tecrübe ettiğini ifade eden Arıkan, şöyle konuştu:

"Bir örnek vermek istiyorum; ABD 10 gün önce Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde Gazze’de ateşkes çağrısı yapan karar tasarısını veto etti. Oylamada yalnızca ABD 'hayır' oyu verdi. Güvenlik Konseyinde 5 daimi, 10 geçici toplam 15 devlet var. Bu oylamada 14 devlet, daha önce genel kurulda yapılan oylamalarda da 120’nin üzerinde devlet Filistin’den, Gazze’den taraf oldu. Bunu çok kıymetli ve umut verici buluyoruz. Ancak ABD’nin 1 red oyu yüzünden ateşkes gerçekleşemedi. Yani 193 ülkeden oluşan Birleşmiş Milletler bir Amerika yüzünden Gazze'ye ulaşamadı, zulmü durduramadı."

"D-8’in üstüne büyük sorumluluklar düşmektedir"

Arıkan, sadece bunun bile mevcut yapısıyla BM'nin ne kadar adaletsiz olduğunu, yozlaştığını, dünyadaki problemlerin çözümünde yetersiz kaldığını açıkça gösterdiğini ifade ederek, şunları söyledi:

"Öte yandan dünyadaki gelişmeleri göz önüne aldığımızda bir kez daha, tarihi bir dönüm noktasına gelindiğini görmekteyiz. Son yıllarda kapitalist düzenin yerine çok kutuplu dünya düzenine geçilmeye başlandığı açıkça konuşulmaktadır. Bunun BM Genel Kurulu'nda yapılan konuşmalarda, Münih Güvenlik Konferansı'nda yapılan değerlendirmelerde vurgulandığını birçok kez gördük. Bu süreç 'çift merkezli-çok kutuplu dünya' olarak da tasvir ediliyor. Bu yeni durum birçok ülkenin oluşan boşluktan yararlanma fırsat ve potansiyeline işaret ediyor. Dolayısıyla mevcut küresel güçler dışında Pakistan, İran, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya; hatta aklıselim ile hareket etmeyi başarabilirlerse bazı Avrupa ülkeleri ve elbette Türkiye gibi ülkeler için doğru hamlelerle merkez konumuna yükselme imkanı doğmuştur. İşte biz bu gelişmeleri bütün insanlığın saadeti için adil yeni bir dünyanın başlangıcı olması ümidiyle karşılıyoruz. Ancak bu oluşacak yeni düzen yine Batı'nın, gücü merkeze alan anlayışıyla, ötekileştirici, ayrıştırıcı, İslamofobik, düşman üreten bir yaklaşımla şekillenirse ortaya çıkacak sonuç değişmeyecektir ve dünya bir kez daha karanlığa mahkum olacaktır. İşte bunun olmaması için D-8’in üstüne büyük sorumluluklar düşmektedir. D-8’lerin kuruluş amacını özetlerken Erbakan Hocamız şu ifadeyi kullanmıştı: 'Zulüm dünyası yerine yeni bir adil dünyanın kurulması zorunlu hale gelmiştir. D-8’ler, adalet üzerine kurulu yeni bir saadet dünyasının ilk adımı, ilk çekirdeğidir'. Evet, D-8, D-8’in potansiyeli ve hamleleri bunu muhakkak başaracaktır. 19 Aralık 2024’te düzenlenen 11. Zirve sonrası yayınlanan Kahire Deklarasyonu bunun ispatıdır."

İslam dünyasının enerji üretim alanlarının, ulaşım ve nakil yollarının üzerinde bulunduğunu, İstanbul Boğazı'ndan Çanakkale’ye, Süveyş Kanalı'ndan Aden Körfezi’ne, Hürmüz Boğazı’ndan Basra Körfezi'ne varıncaya dek çok önemli bir jeostratejik konuma sahip olduğunu, petrol ve doğal gaz başta olmak üzere her türlü yer altı ve yer üstü zenginliğini bünyesinde barındırdığını anlatan Arıkan, şunları söyledi:

"Ama hepsinden önemlisi sahip olduğu insan kaynağıdır. D-8 ülkeleri 1 milyarı aşan nüfusu, 4 trilyon dolara yaklaşan ekonomisi, 7,5 milyon metrekareyi aşan coğrafyası ile muhteşem bir güce sahiptir. Bu kadar kaynağa, imkana, genç nüfusa ve stratejik güce sahipken, İslam ülkeleri olarak daha güçlü bir birlik ve dayanışma içinde olmalıyız. İhtilafların değil, uzlaşının ve birlikte yaşama kültürünün egemen olduğu bir coğrafya oluşturmalıyız. İnsani sermayemizi, doğal kaynaklarımızı ve manevî değerlerimizi doğru değerlendirerek ilerlemeyi, kalkınmayı ve hakkaniyeti esas alan bir gelecek inşa etmeliyiz. Birlikte çalışmalı, birlikte üretmeli, birlikte ilerlemeli, birlikte yol almalıyız. Bunları en önemli sorumluluklarımız olarak görüyoruz.

"5 gün önce Gazze’ye insani yardım götüren Madleen gemisine yapılanı unutmadık"

Elbette, şu an karşımızda en büyük ve en acil sorumluluğumuz olarak, Gazze duruyor. Bugün Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı vahşi soykırıma, sivil ve askeri bir müeyyide konulamaması, D-8’in sahip olduğu potansiyelin yeterince ortak bir iradeye dönüşememesinden kaynaklandığını görüyoruz. Bu konuda teklifimiz D-8 ülkelerinin öncülük edeceği soykırım ve işgal karşıtı Güney Afrika, İspanya gibi tüm ülkelerin teşvik edileceği uluslararası hukukun da usul ve esaslarına göre Gazze Barış Gücü kurulmasıdır.

Öte yandan 5 gün önce Gazze’ye insani yardım götüren Madleen gemisine yapılanı unutmadık. Doğru zamanda, doğru bir yerde, doğru bir hamleyle kimlikleri farklı ama vicdanları aynı olan sadece 12 insanın neler başarabildiğini gördük. Madleen gemisi yalnız bırakılmamalıdır. Bir yol açılmıştır ve bu yolda kararlılıkla devam edilmelidir. Saadet Partisi olarak bir çağrıda daha bulunuyoruz; Gazze’deki zulme karşı duran tüm ülkelerin katılımıyla her ülkeden birer geminin yer alacağı yeni bir uluslararası insani yardım filosu bir an önce oluşturulmalıdır. Ve açıkça ilan ediyoruz; bu filonun Türkiye’den yola çıkacak ilk gemisine Saadet Partisi olarak biz öncülük etmeye hazırız. Gazze’de yaşanan bu soykırıma dikkat çekmek için ilk aşamada yarın Üsküdar Meydanı'nda Özgür Gazze Mitingi düzenleyeceğiz. 'Gazze Ablukadaysa Türkiye Ayakta' diyeceğiz.

'Gazze Ablukadaysa İnsanlık Ayakta' diyeceğiz.

İsrail, 'güvenliğini' bahane ederek tüm bölgeyi güvensizliğe ve teröre sürüklüyor. Dolayısıyla, Gazze’de yaşananlar yalnızca Filistin’le ilgili olmadığı gibi İsrail’in dün başlattığı İran’a dönük saldırıları da yalnızca İran ile ilgili değildir. Ben öncelikle dost ve kardeş İran halkına başsağlığı ve sabır diliyor, Siyonist İsrail'i bir kez daha lanetliyor, hukuku ayaklar altına alan bu saldırılarını kınıyorum. İsrail bir gece yarısı İranlı askeri yetkililerin ve bilim insanlarının evlerini, çocukları uykularındayken bombalamıştır. İran’ın egemenlik haklarını ihlal eden, uluslararası hukuku ayaklar altına alan bu pervasız saldırısı karşısında ABD ve Avrupa ülkelerinin takındığı tavır ve İsrail’e verdiği açık destek bir kez daha göstermiştir ki bölgemiz küresel bir kuşatma altındadır. Herhangi bir ülke Amerikan askerlerini savaş alanında veya kışlalarında değil, çocuklarıyla birlikte evlerinde hedef alsaydı, ABD bunu 'terörizm' olarak nitelendirirdi. Bizler biliyoruz ki mesele güvenlik meselesi değildir. Mesele Arz-ı Mevud’dur. Büyük Ortadoğu Projesidir. Siyonist inancın saplantılarıdır. Tehdit büyük, tehlike çok yakındır. Hedef herhangi bir şehir ya da bir ülke değil, topyekûn İslam dünyasıdır.

"20. yüzyıldan alınması gereken ders sömürü değil, işbirliğidir”

Müslüman ülkelere çifte standart ve ambargolar uygulanmaya başlanmış, BM buna alet edilmiştir. Bu gerçekten alınacak ders 'çifte standart değil, adaletin' esas alınmasıdır. 20. yüzyıl boyunca gelişmiş ülkeler maddi güçlerine güvenerek diğer üçüncü dünya ülkesi dedikleri devletlere tepeden baktılar. Halbuki 21. yüzyılda dünyanın ekonomi ağırlık merkezinin Avrupa ve Amerika’dan Uzakdoğu ve Asya’ya kayacağı bilinmektedir. Bu gelişmeler küresel barış ve saadet için ülkeler arası ilişkilerde 'üstünlüğün değil, eşitliğin' esas alınması gerektiğini göstermiştir. 20. yüzyıl boyunca Batılı gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin zengin ekonomik kaynaklarını sömürmeyi amaçlayan politikalar takip etmişlerdi. Oysa komşusu açken kendisi tok yatanın mutlu olması mümkün değildir. 20. yüzyıldan alınması gereken ders 'sömürü değil, işbirliğidir'.

"Biz D-8’in potansiyeline, D-60’ın hedefine inanmaya devam edeceğiz"

Toplumların saadeti için baskı ve faşizmin değil, insan hakları ve özgürlüklerin esas alınması gerekmektedir. Baskı ve tahakküm değil, insan hakları temel prensip olmalıdır. D-8 ilkeleri dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, bu ilkeler sadece üye devletler için değil, dünyada ezilen, sömürülen bütün ülkelerin kalkınması ve yeni bir dünya özleminin gerçekleşmesi için büyük bir önem taşımaktadır. Bizler tüm insanlığı sömüren  mevcut küresel düzenin yerine yeni bir medeniyetin ve yeni değerlerin gerekliliğine inanıyoruz. Çünkü yoksulluk, açlık, savaş, ölüm ve korku ile simgeleşen mevcut Siyonist ve ırkçı emperyalist düzenuzun süre devam edemez ve etmemelidir. Bizler barış ve adaletin hâkim olduğu yeni bir dünya istiyoruz. Böyle bir dünyayı kuracak temel esaslara, umuda ve ufka da sahip olduğumuza inanıyoruz. Biz D-8’in potansiyeline, D-60’ın hedefine inanmaya devam edeceğiz. Hepimizin bu anlamda sorumluluklarımızı kuşanmasının artık bir tercih değil, zorunluluk olduğunu da bir kez daha hatırlatıyorum."

 Ali Babacan: "Orta Doğu’nun geleceği savaşla değil, ancak barış ve işbirliğiyle inşa edilebilir"

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan da programdaki konuşmasında, Gazze ve Suriye'de gözü olan ve durmaya niyeti olmayan İsrail'in pervasız şekilde İran'ı vurmaya başladığını, ABD tarafından da şımartıldığını söyledi .Uluslarararası kuruluşları ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nı göreve çağıran Babacan, ABD ve İran arasındaki müzakerelerin sürdürülmesi gerektiğini, sorunların çözüm adresinin diplomasi olduğunu kaydetti.

Babacan şunları söyledi:

"İsrail’in evvelsi gece İran’a yönelik başlattığı saldırılar, Orta Doğu’da zaten kırılgan olan barış ve istikrar umutlarını bir kez daha ertelemiştir. Bu saldırıları, uluslararası hukukun açık bir ihlali olarak gördüğümü ve şiddetle kınadığımı söylemiştim. Tüm tarafları uluslararası hukuka saygı göstermeye ve çatışmayı derinleştirecek veya bölgeye yayacak adımlardan kaçınmaya davet ediyorum. Bölgede çatışmaların tırmanması, hiçbir tarafın çıkarına olmayacak, milyonlarca masum insanın hayatını tehlikeye atacak ve zaten ağır bedeller ödeyen Orta Doğu toplumlarını daha büyük felaketlere sürükleyecektir. Buradan ABD ve İran’a çağrım, yapılması planlanan nükleer müzakereleri sürdürmeleridir. Her iki ülkeyi de bu kritik meseleyi diplomasi masasında çözmeye davet ediyorum. Artık bu aşamada müzakere masasına tarafsız birkaç ülkenin daha katılması da kaçınılmaz hale gelmiştir. Nükleer anlaşmazlıkların çözümü, ancak diyalog ve karşılıklı güvenle mümkündür. Taraflar, bu müzakereleri bir fırsat olarak değerlendirmeli ve gerilimi düşürecek adımlar atmalıdır. Uluslararası kurumları, özellikle BM'yi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nı, Orta Doğu’da barış ve güvenliği sağlama görevlerini yerine getirmeye davet ediyorum. İslam İşbirliği Teşkilatı da bu konuda ikircikli bir tutum sergilememeli, derhal net bir tutum ortaya koymalıdır. Bizler, bu coğrafyada daha fazla kan dökülmesini değil, diyalog ve uzlaşının hâkim olmasını istiyoruz. Orta Doğu’nun geleceği savaşla değil, ancak barış ve işbirliğiyle inşa edilebilir.

  

"Gözü dönmüş bu pervasız yönetimin durmaya niyeti yok"

Bölgemiz kötü günlerden geçiyor. Yanı başımızda, Gazze’de on binlerce insan katledildi. Gençler, yaşlılar, çocuklar, kadınlar, erkekler; her biri isimlerini anacak kimseleri dahi kalmayana değin yeryüzünden silinmeye çalışılıyor. Saldırgan İsrail hükûmetinin durmaya niyeti yok. Bir gözleri Gazze’deyken, diğeri Suriye’ye bakıyor. Bir gözleri Suriye’deyken, diğer yandan İran’ı vurmaya başladılar. Gözü dönmüş bu pervasız yönetimin durmaya niyeti yok. Orta Doğu’nun kalbinde, onlarca yıldır sürdürdükleri bir işgal politikası var. Bu işgal, sadece bir halkın topraklarını hedef almakla kalmamaktadır; bu işgal uluslararası hukukun temel taşlarını da yerle yeksan etmektedir. İsrail’in Gazze’de, Batı Şeria’da uyguladığı soykırım ve Suriye’de gerçekleştirdiği sistematik saldırılar, bölgesel barışı zedelediği gibi uluslararası düzenin meşruiyetini de yok etmektedir. Amerikan yönetiminin verdiği koşulsuz destek, İsrail’in şımarıklığını ve hoyratlığını artırmaktadır. 50 milyon insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan ve bir daha böylesine büyük bir felaket yaşanmasın diye çalışan BM son yıllarda tamamen felç olmuştur. Mesele İsrail olduğunda ABD vetosu, mesele Ukrayna veya Gürcistan olduğunda Rus vetosu, Güvenlik Konseyi’nin işlevini yok etmiştir. Kurallar sadece zayıflar için uygulanır, güçlüler için işlemezse bu büyük bir kaosu doğurur. Bakın, rahmetli Erbakan hocamız ne güzel söylemiş; 'Yeryüzünün tamamında hükmünüzü yürütecek bir güce ulaşacaksınız, yoksa bir kasabada bile hak düzeninizi uygulayamazsınız.'

"Ekonomide, teknolojide ve güvenlik konularında güçlü olmak zorundayız"

 

"Dünyada meydana gelen her türden haksızlığa ses çıkarabilmek için güçlü olmamız şart. Ekonomide, teknolojide ve güvenlik konularında güçlü olmak zorundayız. Daha da önemlisi, itibarımızın güçlü olması, sözümüzün güçlü olması gerekiyor. Çünkü yeri gelir, 'sözün gücü' paradan da, silahtan da etkili olur. Sözün gücü de adaletle, hukukla, vicdanla hareket etmekle kazanılır. Sözün gücü güvenilir bir muhatap olmaktan geçiyor. Şöyle bir geri çekilip baktığımızda İslam ülkelerinin en çok çabayı göstermeleri gereken iki alan var; birincisi eğitim. Evet, fert fert iyi yetişmiş insanlardan oluşan bir topluma sahip olmamız gerekiyor. Ekonomide ve teknolojide ilerlemenin, güçlenmenin en önemli yolu eğitim. Tek tek iyi yetişmiş insan gücüyle bunlar mümkün. İslam ülkelerinin en çok çabayı göstermeleri gereken ikinci önemli alan da iyi yönetişim. Yani şeffaflık, hesap verebilirlik, kurumların güçlü olması, kural bazlı yönetim anlayışı. Yani önce hukuk diyebilmek. Bunları yapmadan güçlenmek, zenginleşmek, dünyada etkin olmak da mümkün değil."

"Erbakan Hoca’nın 'Yeni Bir Dünya' vizyonu"

"D-8 sadece bir ekonomik işbirliği platformu değildir. D-8 adalet, eşitlik, dayanışma ve barış ilkeleriyle şekillenmiş bir ideali teşkil etmektedir. Erbakan Hoca’nın 'Yeni Bir Dünya' vizyonu, D-8’in kuruluşunda ilan edilen İstanbul Deklarasyonu ile vücut bulmuştur. Bu deklarasyonda bazı temel kaideler sıralanmıştır: Savaş yerine barış, çatışma yerine diyalog, sömürü yerine hakça bir düzen, çifte standart yerine adalet, ayrımcılık yerine eşitlik ve baskı yerine demokrasi... İşte bunlar D-8 oluşumunun temel kaideleridir. Aslında D-8 ile bir dayanışma köprüsü inşa edilmiştir. Ezilenin, dışlananın, sesi kısılanın yanında duran bir dayanışma köprüsü… D-8’in ruhunda sadece İslam dünyasının birliğini ve beraberliğini güçlendirmek yoktur; insanlığın ortak vicdanı vardır. Bugün D-8 ülkeleri 1,3 milyara yakın nüfusu, 4,5 trilyon doları aşan bir ekonomiyi ve 7,5 milyon metrekareyi aşan bir coğrafyayı temsil etmektedir. Bu muazzam bir kaynak ve büyük kültürel zenginlik demektir. Üye ülkeler arasındaki ticareti 500 milyar dolara çıkarmak, ortak lojistik ağlar kurmak, ortak ödeme sistemleri kurmak, KOBİ’lerin finansmanı için programlar oluşturmak kuşkusuz önemli hedefler. Ancak Erbakan Hoca’nın 'Hakk’ın hakimiyeti' anlayışında gördüğümüz gibi üye ülkelerin yalnızca maddi değil, manevi değerler etrafında da kenetlenmesi büyük önem arz ediyor. Bu açıdan baktığımızda D-8, Filistin’deki işgale, Yemen’deki iç savaşa, Arakan’daki zulme ve diğer mazlum coğrafyalardaki haksızlıklara karşı güçlü bir duruş anlamına da gelmektedir.

"Bugün D-8 bir hafızayı, bir mirası, bir itirazı, bir umudu temsil ediyor"

 

Tüm bu anlattığım sebeplerden dolayı D-8 ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliklerinin büyümesi, ticari ilişkilerin çeşitlenmesi ve gelişmesi, çok değerli. D-8’in temsil ettiği değerlere, bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bugün D-8 bir hafızayı, bir mirası, bir itirazı, bir umudu temsil ediyor. Geçmişten yarınlara uzanan bir hayali, bir vizyonu temsil ediyor. 28. yılında D-8 sesi kısılmaya çalışılanların, ötekileştirilenlerin, ötelenenlerinin, sistemin dışında bırakılmaya çalışanların sesi olmaya devam edecektir. Çünkü biliyoruz, farkındayız; bizim coğrafyamızda akan kan, dökülen gözyaşı, gasbedilen kaynaklar, yıkılan şehirler, yitirilen hayatlar… Bunların hepsi birer sonuç.
Bu sonuçların kaynağında ise adaletsizlik var, çifte standart var, vicdan eksikliği var. İşte D-8 ruhu tam da bunlara itiraz etmektir. Bu, sadece bugünün değil, yarınlarımızın da meselesidir. Bu, bizim neslimizin gelecek nesillere olan borcudur. Biz şuna inanıyoruz; iradesi olan milletlerin, vicdanı diri kalan liderlerin ve dayanışmayı ilke edinen ülkelerin dünyayı değiştirme gücü vardır. Gelin, dünyayı yalnızca güçlülerin değil, haklıların da yurdu haline getirelim".

Kaynak: ANKA