(TBMM) - İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "Buradan sivil, asker, yargıç ilgili bütün kamu görevlilerine sesleniyorum: Sizin işiniz, cumhur ittifakı içerisindeki çatışmalara taraf olmak değildir. Sizin işiniz, siyasette tartı ağırlığı olmak değildir. Aynı şekilde iktidar ve ortakları artık idrak etsinler, yarattığınız bu kutuplaştırmanın ve ayrımcılığın sonu, bütün kontrolün yitirilmesidir" dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Dervişoğlu, Tractor Futbol Kulübü’nü, İran Ligi’nde elde ettikleri şampiyonluktan ötürü tebrik etti. Tractor futbol takımının, kendi sahasında ve seyircisiyle şampiyonluğu kutlayacağı son lig maçını izlemek üzere yarın Tebriz’e gitmeyi planladığını aktaran Dervişoğlu, "Ancak Türkiye’de yaşanan son gelişmeler buna engel oldu. Tractor, sadece bir spor kulübü değildir. İran’daki Türklerin ve Türklüğün sesi, nefesi, coşkusudur. Tebriz’in, Bakü’nün Ankara’nın kardeşliğinin vakur duruşudur" diye konuştu.
Genel Başkan sıfatıyla bu kürsüye çıktığı ilk grup toplantısında, bundan bir yıl önce yaptığı konuşmada, üç ana başlıkta üç çağrı yaptığını hatırlatan Dervişoğlu, çağrıların ilkinin "adalet" olduğunu belirtti. Müsavat Dervişoğlu, şunları kaydetti:
"O talebi ve belki de çığlığı, rahmetli Sinan Ateş’in katledilmesinin ve adaletin tecelli etmeye niyet etmeyişinin, kalplerde ve vicdanlarda açtığı yaranın sızısıyla dile getirdim. O günlerde tamamlanan soruşturmanın, adeta bir hatır senedine dönüştüğünü ifade ederek ‘ya adalet ya kıyamet’ diye haykırmıştım. Sözümün muhatapları, kıyameti tercih ettiler. Zulmün suruna üflediler. Kıyamımız sürmektedir, sonuna kadar da sürecektir. Kimsenin zerre şüphesi olmasın. Kıyam halindeyiz çünkü, adaleti sadece mahkemede değil, hayatın ta kendisinde arıyoruz. Geçtiğimiz bir yılda, adalet namına neredeyse her gün, bir kıyamet daha koptu. Bizler kimini duyduk, kimini ise duyamadık. Çaresiz bir kadının, tek başına bir çocuğun, kimsesiz bir yaşlının sessizliğidir bunlar. Duyduğumuz çığlıklar ve isyanlarsa halen çınlamaktadır. Alınan her yanlış karar, verilemeyen her hüküm, toplumumuzdan, birlikteliğimizden bir parça daha kopardı.
"Sen kime ne anlatıyorsun Recep Tayyip Erdoğan"
İktidardakiler bunun farkında değildi, aslında umurlarında değildir. Güç aldıkları devleti, o güç diye bildikleri zehirle öldürüyor. Devleti var eden ve devletin varlık sebebi olan bu milleti de öldürüyor. Bu binilen ağacın dalını kesmek değil, bütün ormanı yok etmektir. Artık yoksulluğu, aylık enflasyonu dahi açıklandığında hatırlıyoruz. Türkiye, yoksulluğunu dahi konuşamaz hale gelmiştir. Bu oranları dert edinip araştıranlar ve sorgulayanlar, ‘O rakamlar öyle değil; böyledir’ diyenler dahi soruşturuluyor, hapse atılıyor. Aylık enflasyon yüzde 3; yıllık ise yüzde 37 diyorlar. Ev fiyatları ise bir yılda yüzde 70 artmış. Sen neden bahsediyorsun? Bir ayda 57 milyar dolar yaktılar ‘Tutuklamanın etkisi de birkaç günde geçti’ diye masal anlatıyorlar. Sen kime ne anlatıyorsun Recep Tayyip Erdoğan? 'Sanayici üretemiyorum' diyor Erdoğan. Esnaf, 'sattığımı yerine koyamıyorum' diyor, hatta Cumhurbaşkanı yardımcısı bile çıkıp, ‘Ben bu ortamda param olsa faize yatırırım’ diyor. Çiftçi, 'ekemiyorum, eksem de satamıyorum' diyor, işçi, 'emeğimin karşılığını almıyorum'; işsiz, 'iş bulamıyorum', emekli 'yaşayamıyorum' diyor. Bunlar çıkmış, 'her köşeye vergi memuru dikeceğim' diyor.
"Vatan yahut Silistre gitmiş Vatan yahut Silivri gelmiştir"
Ekonomide tablo bu da adalette farklı mı? Yıllardır ama bilhassa son bir yıldır; gizli tanıklarla doldurulan içi boş soruşturmalarla, ülkem boğuluyor. Milletimizin, üzerine kabus gibi çöken bu iktidar, gururlarla, onurlarla, hayatlarla oynuyor. Bu büyük Millet, yoksulluk kırbacıyla zayıflatılmak, korku sopasıyla susturulmak isteniyor. İşte kırıp atacağımız bunlardır. Bu iki zincirdir. Yapacağız, çünkü inanıyoruz ve başaracağız çünkü çareyi biliyoruz, İYİ’ler biliyor. Bugün saray iktidarının hepimizi uğraştırdığı, oyaladığı gündemler, gece gündüz televizyonlarda tartışılan meseleler, hangi yaraya merhem, hangi derdimize dermandır? Bize zehir olan, onlara ilaçtır! Geçen yıl yaptığım konuşmanın ikinci başlığı ve çağrısı buydu. İktidarın, eli değnekli gazetecilerinin ağzıyla millete zerk ettiği ‘sözde Yeni anayasaydı’. Hukuksuz, adaletsiz, üstelik ekmeksiz bir millete ‘Yeni anayasa’ demek ancak abesle iştigaldir demiştim. Bu hükümet yeni anayasa derken ‘Ekmek bulamıyorsanız anayasa yiyin’ demektir. Eli değnekli gazeteciler demişken, televizyonları açıyorsunuz, Allah’ın her günü, Vatan Caddesi’ndeki Emniyet’ten, Çağlayan’daki Adliye’den, Silivri’deki zindandan canlı yayın yapılıyor. İktidara karşı olan kim varsa, bir sebeple alınıp Vatan Emniyete götürülüyor. İşin en acı tarafı ne biliyor musunuz; vatan yahut Silistre diye başlayan hikayemizin geldiği nokta: Vatan yahut Silistre gitmiş Vatan yahut Silivri gelmiştir.
"Cumhuriyete kastedilen yerde, önce demokrasi ölmüştür"
Her beş yılda bir dönüp dolaşıp buraya geliyorlar. Sadece ortak değişiyor, ama yol ve yöntem değiştirmiyorlar. Ortaklar değişiyor. Ve her buraya geldiklerinde, torba yasalar, yargı paketlerinden başlıyor, ne hikmetse Anayasa’ya varıyorlar. Tanımadıkları, çiğnedikleri, askıya aldıkları Anayasa'yı da zaten hiç uygulamıyorlar. Tek arzuları iktidar; tek bildikleri yetki. Yetki, yetki, yetki daha çok yetki… Şimdi o yeni Anayasa projesini genişlettiler. Artık içerisinde İmralı vardır, Kandil vardır. Güneyde ebeliğini yaptıkları müstakbel yeni teröristan’ın taslakları vardır. Tekrarlıyorum ve hatırlatıyorum. Çünkü bu son kalkışmaya, büyük ihanetin son saldırısına, Bizi, yine, Yeni Anayasa zokasıyla getirdiler. Sonra ne mi yaptılar? Kayyum siyasetine başladılar. Bizlere demokrasi dersleri verirken, o gün canları hangi belediyeyi istiyorsa, gözlerine hangi ili, ilçeyi kestirdilerse oraya kayyum atadılar. Bunu yaparken terörü bahane ettiler, sonunda terörist başına utanmadan el uzattılar. Demokrasi dediler, hatta iki gün önce de ‘Terörsüz Türkiye ile demokrasimiz üzerindeki siyasi tansiyon kalkacak’ diye buyurdular. Ben size işin doğrusunu söyleyeyim: Demokrasimiz üzerinde bir tansiyon problemi yoktur. Çünkü demokrasimizin nabzı yoktur. Hasta kaybedilmiştir. Neden biliyor musunuz? Ben söyleyeyim, çünkü, Cumhuriyet'e kastedilen yerde, önce demokrasi ölmüştür. Çünkü, cübbelere düğme dikilen yerde, önce adalet ölmüştür. Adalet de demokrasi öldüyse Cumhuriyeti öldürmek isteyenler vardır, onların karşısında set olmaya devam edeceğiz.
"And olsun ki Alya’nın acısından taşan o sevgiyle bu aziz vatanı biz yükselteceğiz"
Türkiye’yi 23 yıldır yönetenler, sadece demokrasimizi yıkmadılar, sadece hudutlarımızı da yıkmadılar. Anayasamızı yıkmadılar. Vicdan duvarlarını da yıktılar. Sadece ormanları kesmediler, fikir ve irfan damarlarımızı da kestiler. Sadece dereleri, tarlaları kurutmadılar, üzülerek söylüyorum, ahlakı da kuruttular. Yerleştikleri bataklığı böyle yarattılar. Evet, bu kuruyan yerde ise bugün bataklık vardır. Bugün bir şehit cenazesi alt yazıyla geçiştiriliyorsa ve aynı anda başka bir cenazede terörist başının çağrısı okunuyorsa. O çürümüşlüğü tedavi edecek şey bellidir, bir tercihte bulunmak gerekmektedir. Bizimkisi bellidir. Toplu iğne babama batar diye, babasının resmine bile kıyamayan 4 yaşındaki Alya’nın, acının içinden çıkardığı saf ve temiz sevgi de var halen bu topraklarda yaşamaktadır.
Biz bugün buradayız. Bizlerin onu yeşertecek vicdanı da var. Bu vicdanın zerresine halel getirmeyeceğiz. And olsun ki Alya’nın acısından taşan o sevgiyle bu aziz vatanı biz yükselteceğiz. Altını çizmek isterim, biz herkesin yüzüne, herkese açıktan konuşanlarız. Kamera önünde ve arkasında başka pozumuz yoktur. Ve bunları söylerken, kimse benden, bizden, ölünün arkasından ileri geri konuşmak da beklemesin. Ben neysem oyum, neyi temsil ediyorsam onu dile getirmekle mükellefim. Bize, tanımadığımız bir cenazenin geçişinde bile saygıyla durmayı öğrettiler. Peygamber efendimizin ‘ölülerinizi hayırla yad ediniz’ tembihi de bu mükellefiyetin ve örfümüzün gereğidir. Ancak hayırla yad etmek demek, hayırla anılamayacak eylemleri de bir ölünün arkasına saklanarak, geçer akçe sayacağız demek değildir. İnsana nezaket ve saygı, öncelikli tavrımızdır. İkinci sırada, vatandaş olmak gelir. Hak ve hukuk bakımından eşitiz sayarım. Üçüncüsü ise fikirler düzlemidir ki, bizim mücadele alanımız budur. Arzu ettiğimiz siyaset, demokrasi ve Türkiye özlemi budur.
"Şahsi hülyaların sonu, milli kabuslara dönüşür"
Dostum, şahsım, zatıalim diplomasisinin, bizi düşürdüğü vahim durumun bir diğer vesikası Kıbrıs’tır. Türk Cumhuriyetleriyle olan münasebete dair bütün sorumlular kafasını kuma gömmüş, hiç öyle bir şey yokmuş gibi durmaktadırlar. Kıbrıs’ta 50 yıldır, Türklerin vatan ve namus mücadelesinin üzerine bir saray kondurup, diplomatik iflası, inşaat şovuna dönüştürüyorlar. İktidarlarına Kıbrıs Türklüğünü tanzim ve taksim vaadiyle başlayanlar, devri saltanatlarının bu son dönemecinde, Türk’ün toprağını, ‘yine’ tefeci tezgahlarında rehin ediyorlar. Peki tüm bunları söylüyorsun da sen ne öneriyorsun? Biz diplomasi ile ticareti; şahsımızla devletin çıkarlarını, partimizle de milletin ortak geleceğini birbirine karıştırmayanlarız. Biz, 'hudut namustur' deyip o namusu da kendi namusu belleyenleriz. Ve en önemlisi, biz Türkiye’nin, her şeye rağmen; hele de bu iktidara rağmen ayakta kalabilmesinin cevherini, çok ama çok iyi biliyoruz. Bu cevherin; Türk Milletinin, ortak bir vatana ve ortak bir kimliğe sahip olmasının bizim en büyük, en güçlü ve en yıkılmaz savunma sistemimiz olduğunun bilincindeyiz. Ve son olarak, bir ülkenin dış politikasının, ancak ‘istikrar ve tutarlılıkla’ oluşturulduğunda yerli ve milli olacağına inanıyoruz. Bugün Erdoğan ve avanesi, başı sıkıştıklarında her seferinde aynı mektubu açıyorlar. Ne yazıyor o mektupta? ‘Dış güçler, faiz lobileri, İsrail…' Peki bu dış güçler, hep aynı doğrultuda, hep aynı planları yapıyorsa, siz niye üç güne bir, geri vites yapıyorsunuz da günaşırı ‘dost’ değiştiriyorsunuz? Ayrıca düşman dediklerinizle de sürekli dostluk ediyorsunuz? Ben söyleyeyim sebebini, diplomasi değil, pazarlık yürütüyorlar. O pazarlığın konusu ise hiç değişmiyor. Ne verirsek, bu makamda kalmamıza müsaade ederler? Neyi rehin edersek, ‘Eeey İsrail’ diye gürlediğimizde, ‘Eeey Avrupa’ diye bağırdığımızda bizim kayıkçı kavgamıza eşlik ederler. Ortadoğu’nun ve tarihin de değişmez kuralıdır: Şahsi hülyaların sonu, milli kabuslara dönüşür. Bunu engellemenin tek yolu da Yurtta Barış, Cihanda Barış’tır.
"Dünya için en büyük tehlike Hindistan ve Pakistanın nükleer silahlara sahip olmasıdır"
Bakın dün gördünüz Hindistan, Pakistan’a saldırdı. İki devletin arasındaki çatışmanın her geçen gün büyüme ihtimali de söz konusudur. Hindistan ile Pakistan arasındaki Keşmir davasının bizim Kıbrıs davasıyla benzetildiği de söylenir. Dünya için en büyük tehlike Hindistan ve Pakistanın nükleer silahlara sahip olmasıdır. O sebeple kim kimin yanında duracak tartışması yapmak zamanı değildir. Trump geçen gün açıkladı, ‘Pakistan, Hindistana saldırırsa onu yerle bir ederim’ diye. ABD gibi bir ülkeye kendi topraklarına uzak coğrafyalarda savaşlara önderlik etmek ya da tehdit geliştirmek hiç yakışmamaktadır. Burada yapılması gereken şey, uluslararası güçlerin devreye girmesi, BM başta olmak üzere bütün barış kuruluşlarının da durumdan vazife çıkarmasıdır. Dünyayı bir savaşa sürüklemeye hiç kimsenin hakkı yoktur. İsmi ABD de olsa ismi Rusya da olsa ismi Çin de olsa dile getiremez. Ne Amerika ne Rusya ne de Çin her şey Türklük demek içinse biz buradayız."
"Siyaset öfke üretiyor"
Siyaset bugün öfke üretiyor. Hangi kitleye daha çok hakaret edersen, o kadar alkış alıyorsun. Bilinsin ki biz bu alkışı reddediyoruz! Hakikatler ortadayken, hiçbir gruba hakarete gerek yoktur. Ne seçmeni ahmak yerine koyanlardanız, ne de her rakibi, can düşmanı yapanlardanız. Kamplaştıran, ayrıştıran dilleri ve tutumlarıyla, ülkemizi, milletimizi öyle bir noktaya getirdiler ki, herkes birbirine kinli, herkes bir diğerine karşı hesap içinde. Bu ayrılık-gayrılık sürdürülebilir değildir. Yarattığı öfke, bir gün, sokak ortasında kadınlara yönelen şiddetle, bir başka gün trafikteki kavgayla, bir diğer gün siyasetçilere saldırıyla kendini gösteriyor. Siyasetinden sokağına kadar, milletçe birbirimize zarar veriyoruz. Bu öfke selinden de tek karlı çıkan bu iktidar ve ortakları. Bu iktidarın beğenmeyip eski Türkiye dediği zamanlarda, ‘Bizim bizden başka dostumuz yok’ diyorduk. Bunların yeni Türkiye’sinde geldiğimiz noktaysa; Bizim bizden başka düşmanımız yoktur! İktidarın saldırgan dili ve uygulamalarıyla gerilen toplumsal tansiyon, bugünümüzü ve yarınımızı zehirliyor. Biz işte bu felaketin önüne geçeceğiz. Kavgaları değil, farklılıklarımızı değil, millet olduğumuzu, kader birliğimizi hatırlatacağız. İyilerin iktidarında, her şeyden önce dost olacak, dost kalacağız.
"Sizin işiniz, cumhur ittifakı içerisindeki çatışmalara taraf olmak değildir"
Üzülerek ve acıyarak görüyorum ki, iktidar pozunu verenler, bu ferasetin yakınından bile geçmemektedirler. Bir evlat, babasının mezarını ziyaret edemeyecek öyle mi? Ankara’nın ortasında, merkezinde, herkesin gözü önünde, nir Türk milliyetçisi, rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş’in kabrini ziyaret edemeyecek öyle mi? Yahut Ana muhalefet partisi genel başkanı, fiziki bir saldırının hedefi olacak; üstelik yüzlerce kişinin, onlarca gazetecinin önünde bu gerçekleşebilecek öyle mi? Biz bu aşamaya mı geldik? Sizin maksadınız nedir? Bir cani, hem de bir evlat katili, infaz yasasından faydalanmış aramızda dolaşıyor. Canlı yayında, kameraların önünde, ne hikmetse, bir parti genel başkanına denk geliyor ve saldırıyor. Anayasa’nın her yurttaşa tanıdığı siyaset yapma hakkına yönelen hiçbir saldırı basit bir adli vaka değildir. Bu sıradan bir cebri fiil değildir. Bu, doğrudan doğruya anayasal düzene, demokratik hayatımıza ve cumhuriyet’in temel ilkelerine yönelik bir tehdittir. Bir milletvekiline, bir il başkanına, bir siyasi parti liderine yönelen saldırı; sadece bir kişiye değil, bir hakka, bir kuruma, bir rejime yönelmiş demektir. ‘Sana siyaset yaptırmayacağım’ demektir! Ya da ben siyaset yapma hakkını bile ortadan kaldırırım tehdididir! Bu nedenle bu eylemler sıradan bir asayiş suçu olarak ele alınamaz, ele alınmamalıdır. Ne yazık ki, bunları daha önce de yaşadık. Tehditlerse artık vakai adiyeden. Alparslan Türkeş’in kabrinde yaşanan hadisede; valilik ve emniyet 200 kişiyi oradan uzaklaştıramıyor. Bir milletvekilini, bir kadını, bir evladı, merhumun aziz hatırasını korumak yerine, Cumhur koalisyonunu korumayı tercih ediyorsa, bunlar devlet olma vasfını yitirmişlerdir. Çünkü devlet olmanın gereğini yapmak yerine, Balgat’tan alacakları iznin peşine düşmüşlerdir.
Buradan sivil, asker, yargıç ilgili bütün kamu görevlilerine sesleniyorum, sizin işiniz, cumhur ittifakı içerisindeki çatışmalara taraf olmak değildir. Sizin işiniz, siyasette tartı ağırlığı olmak değildir. Aynı şekilde iktidar ve ortakları artık idrak etsinler, yarattığınız bu kutuplaştırmanın ve ayrımcılığın sonu, bütün kontrolün yitirilmesidir. Hele ki, her alanda istikrarsızlıklar, krizler, darboğazlar yaşattığınız bu ülkede tüm insanların canı burnundayken. Bir gün öyle bir nokta gelir ki, kriz, kaosa döner. İşte orada anarşi doğar ve değil sarayınız, hiçbir istibdat bununla hayatta kalamaz. Bu 'suni dengelerle' makamda kalırım umudunda olanlar varsa, bilsinler; o batan iktidar gemisinde, kimse sizi filikasına çağırmayacaktır.
"Hain, terörist, devlet ve millet düşmanlarıyla pazarlık etmeyeceğiz"
Bir yıl önce yaptığım konuşmanın üçüncü çağrısı; tüm milletimize, seçmenlerimize, geçmişte partimize emek vermiş, alın teri akıtmış ama o ya da bu sebeple gücenmiş, dava ve yol arkadaşlarımızaydı. 'Gelin hep birlikte mavi göğü çadır, güneşi bayrak eyleyelim' demiştim. Bugün İYİ Parti, Türkiye’de örneğine pek az rastlanır şekilde değişim ve yenilenme iradesi sergilemiş, bunda sebat göstermiştir. Bu sebatın sonunda da Türk Milletine karşı vazifesini yerine getirerek, unu kuran iradenin ve gerekliliğin hedef koyduğu gibi muhakkak iktidara gelecektir. Bu ülkede ya hakikatten vazgeç diyorlar, ya hukuktan, ya vicdandan vazgeç, ya kanundan. Çünkü ya inkar etmeyi biliyorlar ya da biat etmeyi. İki seçenekli bir sınavda, boşlukları dolduruyorlar. Bizimse bir yanımız milletin adalet çığlığıdır, bir yanımız devletin vakarıdır. Bir yanımızda 'geçinemiyoruz' feryatları vardır; öbür yanımız 'bölünmez vatan' arzusu.
Çünkü biliyoruz ki, milletimizin vicdanının orta noktası burasıdır. Burası makulün ve yeniden inşa etmeye giden yolun köprüsüdür. Bu yüzden bizim mücadelemiz hukuk ve adalet için olduğu kadar, aynı zamanda hakikat içindir! Sadece hak için değil, haysiyet içindir. Hem bugün, hem de yarınlarımız içindir! Ne masaların uhdesinde, ne de sarayın gölgesinde olmayız. Biz siyasetin vasatına tamah etmeyenleriz! Susanlar değil, konuşanlarla, unutanlar değil, hatırlayanlarla yürüyeceğiz! Razı olanlarla değil, itiraz edenlerle yürüyeceğiz. Sizlerle, Milletimizle, hep birlikte yürüyeceğiz. Son sözümüz milletimize verdiğimiz ilk sözümüzdür. Cumhuriyeti yıktırtmayacağız! Türk milletini ve Türk vatanını böldürtmeyeceğiz! Hain ile, terörist ile, devlet ve millet düşmanlarıyla, pazarlık etmeyeceğiz. Pazarlık ettirtmeyeceğiz! Türk vatanına namahrem eli değdirtmeyeceğiz. Yılmayacağız, yıkılmayacağız, başaracağız. Başaracağız."