(ANKARA) - "28 Mayıs Bütün önleriyle Darbeler ve Vesayetler" programında konuşan Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, "Demokrasiyi tarif ederken 'demokrasi kurumlar, kurallar, teamüller ve sorumluluk rejimidir' diye ifade ederiz. Maalesef 27 Mayıs'la beraber eğer Türkiye'de bir darbe külliyatı varsa bir kötülüğün, fenalığın kapısının açıldığı günden itibaren bir husumet sarmalı içerisinde maalesef bugünlere kadar gelmiştir." dedi.  

Türk Demokrasi Vakfı tarafından "28 Mayıs Bütün önleriyle Darbeler ve Vesayetler" programı düzenledi. Ankara Kent Konseyi Toplantı Salonu'nda yapılan programın moderatörlüğünü Milli Eğitim ve Kültür Turizm eski Bakanı Erkan Mumcu üstlenirken, Gazeteci-Yazar Taha Akyol ve Profesör Doktor Tanel Demirel ise konuşmacı olarak katıldı. Programda akademisyenler, siyasetçiler, emekli milletvekilleri, emekli askerler ve bürokratlar da katılımcı olarak yer aldı.

Programın açılışında söz alan Türk Demokrasi Vakfı Başkanı Baki Mert şunları kaydetti:

"Mahmut Eren diye bir adam tanıdım. Aslında ülkücü bir adamdır Mahmut Abi çok kalender bir adamdı. Soyadı Eren. Mahmut Abi 1980 darbesinde sonrasında içeride yatıyor. Yatarken Erdal Eren'le aynı koşu paylaşıyor ve şöyle bir olay gelişiyor. Erdal Eren hücrede yatarken, o dönemin şartları. Jandarma geliyor 'asker katili polis katili uzat elini' diyor. Erdal Eren'de ellerini uzatıyor. Ve gardiyan yorulana kadar Erdal Eren'i dövüyor. Bunu gören Mahmut Abi dayanamıyor ve gardiyan daha sonraki gelişlerinde yaklaşık 3 ay boyunca 'uzat ellerini' dediğinde Mahmut Abi uzatıyor ellerini. Mahmut Abi dayak diyor. Sonradan Mahmut Bey'e dedim ki ‘abi o komünistti, sen ülkücüydün niye onun yerine dayak yedin?’ 3 ay kolay değil. 'Ana kuzusuydu dayak yedikten sonra sabahlara kadar iç çekip ağlıyordu', dedi.

"Devlet öyle bir hale geldi ki karşısında olduğunu düşündüğü herkesi öldürmeye yöneldi"

1990'da Ruanda'da bir darbe oldu. 1960 darbesi bizim hepimizin içine siyaseçisinden, milletvekiline, işçisinden köylüsüne hepimizin içine birer Ruanda inşa etti. Öyle bir hale geldik ki ve devlet öyle bir hale geldi ki karşısında olduğunu düşündüğü herkesi öldürmeye, yok etmeye ve tüketmeye yöneldi. 1960 darbesinin hafızalarımıza çok büyük zararları olmuştur. Hepimiz çok büyük bedeller ödemişizdir. Ama en büyük bedeli elbette ki bu darbeyi canıyla ödeyenler, şehit başbakan Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve Demokrat Partililer olmuştur. Bunun Türkiye'deki siyaset etmek kültürüne, günlük yaşam kültürüne, birbirimize bakışımıza hiç mi etkisi olmamıştır? Hepimizin aklına, yüreğine, gözünün perdesine inşa edilen o Ruanda sendromu bizi aslında tüketen, en büyük zarar olmuştur."

Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal da şöyle konuştu:

"Acı bir günün yıldönümünde toplantıda bulunuyor olmak, her biriniz için olduğu gibi bizler için de manası derin. 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar, 14 Mayıs'ı tarif ederken 'Türk milletinin kendi kaderine hakim olduğu gün' olarak ifade etmiştir. 27 Mayıs ise maalesef bu cümlede özünü bulduğumuz kendi kaderine hükmetmekten alıkonulmasının maalesef miladıdır. 27 Mayıs'ı değerlendirmeye analiz etmeye, akıl terazisinde tartmaya ihtiyaç vardır ama iki asırlık bir modern devlet kurma aklını ortaya koyduğumuz kendi derdimize bir merhem aramaya başladığımız andan itibaren kademe kademe insanlığın birikimine, evrensel birikime paralel bir şekilde keyfiliğin kademe kademe zaptırap altına alındığı bir anayasal hukuk devleti kurma, işleyen bir demokrasi, işleyen bir adalet mekanizması kurma yolunda da ürettiği sonuçlar bugüne kadar süre gelmiş.

"Anma günleri bir idrak sıçramasına bir şuur sıçramasına vesile olması hepimizin en büyük ideali olmak mecburiyetindedir"

İdrakimizde de yarattığı tahribatlar, toplumsal psikolojide açtığı yaralar ama elbette başta Demokrat Partiler olmak üzere her birimizin zihninde, gönlünde, hafızasında açtığı yarayı da değerlendirmek mecburiyetimiz. Maalesef Türk milletinin sahip olduğu bütün milli güç unsurları seferber edilerek insanlığı refah içerisinde yaşatan, güvenlik sunan, temel hak ve hürriyetlerin teminat altına alındığı, eşit fırsatlara sahip olma idealini yaşattığımız bir çizgide kademe kademe kurumsallaşmamızı gerçekleştirmemiz gerekirken maalesef tahrip etmişiz. Demokrasiyi tarif ederken 'demokrasi kurumlar, kurallar, teamüller ve sorumluluk rejimidir' diye ifade ederiz. Maalesef 27 Mayıs'la beraber eğer Türkiye'de bir darbe külliyatı varsa bir kötülüğün, fenalığın kapısının açıldığı günden itibaren bir husumet sarmalı içerisinde maalesef bugünlere kadar gelmiştir. Bu toplantılar, anma günleri bir idrak sıçramasına bir şuur sıçramasına vesile olması hepimizin en büyük ideali olmak mecburiyetindedir." 

Milli Eğitim ve Kültür Turizm eski Bakanı Erkan Mumcu açılış konuşmasında şunları ifade etti: 

"Ben 27 Mayıs meselesini çok iyi bilmem. Özellikle Demokrat Parti'nin içerisinde bu tarihi çok iyi bilen insanlar varken benim konuşmacı olmam çok doğru bir şey değil. Bilen insanlar konuşsunlar. Ben de dedim ki ben neyi merak ediyorum, 27 Mayıs hakkında. Neyi anlamak istiyorum? Benim katabileceğim şey sorularımı katmak olabilir. Bu sorulara anlamlı sorular mı bugüne kadar bu yaşıma kadar cevaplarını bulmuş ya da bilmiş varsaysam bile acaba ne kadar geniş bir uzlaşmanın, artık ortaklaşılmış bir yargının konusu olabilmiştir benim kanaatlerim? Bunu hiç değilse görmüş oluruz, diye bu misyonu yani moderatör olma misyonunu kabul ettim. Ben 60 darbesinin sonrasında çocukluk çağını yaşamış biriyim. Bu şu anlama geliyor her 27 Mayıs'ta annenizin, babanızın, dedenizin, halanızın, dayınızın suratından düşen bin parçayken sizi bir şenliğe götürürlerdi. Devletin gücü çocuklar yetiyordu çünkü. Bunu hiç unutmuyorum." 

Gazeteci Taha Akyol'un konuşmasından öne çıkanlar şöyle:

"Niye 27 Mayıs'a gelindi? Önlenemez miydi? Milli Şef rejiminden iktidarın ve muhalefetin birlikte hazırladığı bir seçim kanunuyla kansız, kavgasız 1950'de iktidar değişikliği yapan bir ülke 1960'ta kanlı bir darbeyle karşılaştı. Burada sorun sadece darbelerde midir, bizim siyasi kültürümüzde demokrasi eksikliği, hukuk eksikliği gibi problemler var mı? İki taraf köylerde kırahathaneleri birbirinden ayırırken, Kayseri'de Denizli'de Demokrat Partililerle, Cumhuriyet Halk Partililer taşlı spolı birbirine girerken neden herhangi bir kurum veya herhangi bir entelektüel zümre veya halk içerisinden bir takım sivil inisiyatifler 'bunu yapmayın ikiniz de yanlış yapıyorsunuz' diye bir inisiyatif alamadı. Bunları düşünmemiz lazım. Düşünmediğimiz sürece kültürümüzdeki uzlaşma eksikliği, sistemimizdeki denetim ve denge eksikliği devam eder. Sorunlar da birbirine benzer bir şekilde olmasa da nitelik itibarıyla aynı sorunlara yani özgürlükle otorite arasındaki çekişme sorunlarıyla her dönemde karşı karşıya geliriz. 

"Benim ders olarak söyleyeceğim şey kuvvetler ayrılığı yoksa Anayasa yoktur"

Siyasette kutuplaşma demokrasiyi zehirliyor. Güç zehirlenmesi iktidarları zehirliyor. Muhalefetin hırçınlaşması, mukabil güç zehirlenmesine kapılması demokrasiyi zehirliyor. Böyle durumlarda bunu önleyebilecek tarafsız yargı olması lazım. Böyle durumlarda bunu önleyebilecek güç sahiplerinin gücünü aşırılaştırmasını önleyebilecek denetim ve denge kuvvetler ayrılığı gibi sağlam müesseselerin olması lazım. Bunları biz hala tam tesis edemedik. Netice itibariyle Türkiye 1950'den itibaren Cumhuriyetin tebasının Cumhuriyetin vatandaşı olduğu bir gerçek inkılap yaşamıştır. Türkiye 1950'den itibaren Anadoluya yolun, okulun, üretimin, traktörün girdiği bir sosyal devrim yaşamıştır. Ama Türkiye'ye bunu kazandıranlar demokrasiyi güçlendirmek yerine eski tek parti döneminin metotlarıyla iktidarlarını tahkim etmek istediler. Bu da maalesef felaketle sonuçlandı. Yeni Anayasa'nın konuşulduğu bugünlerde benim ders olarak söyleyeceğim şey kuvvetler ayrılığı yoksa Anayasa yoktur. 

Profesör Doktor Tanel Demirel ise şöyle konuştu: 

"Liberal demokrasiyi kurmak hepimizin arzu ettiği bir rejim. Hiç kolay bir şey değil. Çünkü liberal demokrasinin özünde şu yatıyor, güç elinizdeyken o gücü itidalli, sorumlu ve sınırlı olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. Bu insan doğasına çok uygun bir şey değil. Liberal demokrasinin şurada 160 yıllık tarihi var. Dolayısıyla ve bugün de işte kendisini liberal demokrasi diye sunan birçok devlette durumun ne olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla darbeyi bir anomali bir istisna, 'niye oldu herkes yapıyor da biz niye yapamıyoruz?' şeklinde düşünmek bence çok doğru değil.

"1950 Türkiye'sinde liberal demokrasi için uygun şartlar yoktu"

1950 Türkiye'sinde liberal demokrasi için çok uygun, çok elverişli, sosyolojik ve kültürel şartlar, siyasi şartlar yoktu. Nüfusun yüzde 81'i köylerde yaşıyordu. Okul yazarlık olabileceğini yüzde 28 civarındaydı. Örgütlenmiş bir toplumdan söylenebilmek imkansız. Tek parti döneminde bütün dernekler sendikalarla kapatılmış. Mutlakçı bir devlet anlayışı var Osmanlı'dan gelen. Ortak kabul etmeyen, kendi gücünü sınırlandırılmasına hiç haz etmeyen, her türlü eleştiriyi nifak, her türlü eleştiriyi devletin bekasına tehdit olarak algılama eğiliminde olan bir devlet zihniyeti var. Aynı zamanda yine paralel olarak eleştiriye tahammülü zayıflık olarak gören bir kültür bu."

 

Kaynak: ANKA