(ANKARA) - Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, “Saraydan talimat gelmese masadaki bardağı mutfağa götürme ehliyeti olmayan, kendi başına herhangi bir karar veremeyen bir topluluk, saray merkezi olarak bu ülkeyi yönetmeye karar vermiş durumda. İkinci doğal merkez de, Silivri’de somutlayalım, hapishaneler. Siyaset, Türkiye’de saray ile Silivri arasına sıkışmış durumda” dedi.
Baş, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
"Bundan 12 yıl önce 28 Mayıs'ta Türkiye tarihinin en büyük haysiyet isyanlarından birinin başladığını" ifade eden Baş, "İktidara büyük bir korku veren Gezi direnişinin 12’nci yılında yitirdiğimiz tüm kardeşlerimizi sevgiyle, saygıyla anıyorum. 12 yıl önce ‘Emri ben verdim’ diyerek üstlendiği olağanüstü polis şiddetiyle hayatını kaybeden kardeşlerimizi sevgiyle, saygıyla andım. Onların katillerinin cezalandırılması, hesap vermesi gerekirken ellerini, kollarını sallayarak sokaklarda gezdiği günlerde devletin resmi rakamlarına göre 10 milyondan fazla yurttaşın katıldığı bu eylemler nedeniyle halen cezaevinde esir tutulan Mine Özerdi’nin, Çiğdem Mater’in, Tayfun Kahraman’ın, Osman Kavala’nın ve Hatay Milletvekilimiz Can Atalay’ın derhal serbest bırakılması talebini Gezi direnişinin 12’nci yıl dönümünde bir kez daha ifade etmek istiyorum" diye konuştu.
“İstediklerini alamadıkları zaman sandığı da geçersiz sayan bir yaklaşımı egemen kılmaya çalışıyorlar”
Demokrasinin sadece 4-5 yılda bir oy vermekten ibaret olmadığını söyleyen Baş, şunları kaydetti:
"Toplantılar, protestolar, büyük mitingler, milyonların yan yana gelerek sesini duyurma çabası hem yasal hem anayasal hem de doğal insan hakları kapsamına giren etkinliklerdir. ‘Benim de sesim duyulsun, benim de itirazım var’ diyen bir halkın demokrasiyi ayakları üzerine oturtan bir etkinliğin, isyanın ‘darbe girişimi’ olarak damgalanması, bu içine girdiğimiz sürecin önemli adımlarından bir tanesi oldu. Biz, ‘demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir, halkın siyasete her alanda katılması gerekir’ derken demokrasiyi sadece sandığa sıkıştırmaya çalışanlar, şimdi sandıktan da istediklerini alamadıkları zaman sandığı da geçersiz sayan, ellerindeki güçle sandıktan çıkan sonuçları da kabul etmeyen, fiilen işlevsizleştiren bir yaklaşımı memlekete egemen kılmaya çalışıyorlar.
“TBMM çok az halk yararına iş yapılan bir yerdir”
Her geçen gün halkın siyasete katılım imkanları daraltıldı. Siyasi partiler kapatıldı, Siyasi Partiler Yasası antidemokrasik bir hal aldı, bütün bunlara rağmen en son elimizde kalan seçme ve seçilme hakkı şu anda gasbedilme sürecinde. Şunu açıkça söyleyim; TBMM çok az halk yararına iş yapılan bir yerdir. Ama en azından yurttaşın çıkarına hizmet etmese bile buradaki yasalara karşı muhalafetin ses yükselttiği, halk düşmanı uygulamaların teşhir edildiği, halkın bilgilendirildiği, halk adına muhalefet görevinin yapıldığı, bazen halk adına verilen tekliflerin çoğunlukla iktidar tarafından reddedildiği bir yerdir. Ama artık Meclisin böyle bir işlevi de kalmadı. Bugün, TBMM’de sürekli olarak torba yasaları, çuval yasaları, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulacağı neredeyse kesin olan yeni yasal düzenlemelerin yapıldığı, bunların Anayasa Mahkemesine gittiği, oradan 2-3 yıl sonra geri döndüğü, bu arada memleketin hukuksuz bir biçimde işletiliyor olmasının normalleştiği, sonra sözde Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği o yasalara ilişkin yeniden düzenlemelerin yapıldığı ama halkın hayatında olumlu anlamda hiçbir değişim yaşanmayan süreçler.
“Memlekette siyasetin sadece iki merkeze sıkıştığını görüyoruz”
Belli ki iktidar kaybettiği her yere saldırıyor. Ve nihayetinde öyle bir tabloyla karşı karşıyayız ki buna dikkat çekmek istiyorum. Memlekette siyasetin sadece iki merkeze sıkıştığını görüyoruz. Bir tanesi saray ve çevresinde MHP’den tutun muhalif görünen kimi unsurlara kadar uzayan bir iktidar cephesi. Onlar gözlerini saraya dikmişler. Saraydan gelen bir ses, işaret onların ne yapmaları gerektiğini anlaması için yeterli. Açık söyleyeyim, saraydan talimat gelmese masadaki bardağı mutfağa götürme ehliyeti olmayan, kendi başına herhangi bir karar veremeyen bir topluluk, saray merkezi olarak bu ülkeyi yönetmeye karar vermiş durumda. İkinci doğal merkez de, Silivri’de somutlayalım, hapishaneler. Siyaset, Türkiye’de saray ile Silivri arasına sıkışmış durumda.
“Bunu normalleştirmeye çalışanlarına karşı kararlı bir mücadeleye ihtiyacımız var”
Bugün bu ül
kede memleketi için, halkı için mücadele eden kim varsa ya cezaevinde ya da cezaevine girmekle tehdit ediliyor. Katiller, yolsuzluk yapanlar, hırsızlar, namussuzlar, iktidara yakın olanlar ellerini, kollarını sallayaarak işledikleri bütün suçlara rağmen sokaklarda gezmeye devam ediyor. Akıl alır mı? Toprağı için, deresi için, ormanı için direnen insanlar cezaevinde, üç kuruş daha fazla para kazanacağım diye memleketin madenlerini ölüm alanlarına çeviren, doğayı katleden, işçilerin ölümlerine neden olanlar servetlerine servet katıp hayatlarına devam ediyorlar. Esas mesele burada başlıyor. Buna alışacak mıyız? Bunu normalleştirmelerine izin verecek miyiz? Tam da burada bunu normalleştirmeye çalışanlarına karşı kararlı bir mücadeleye ihtiyacımız var.”