“Ben İzmirliyim,” diyor Melike, gözleri dolu dolu. “Burada doğdum, burada büyüdüm. Alsancak sokaklarında sek sek oynayarak geçti çocukluğum. Şimdi oğlum aynı kaldırımlarda scooter sürüyor. Şehir büyüdü, değişti, ama benim anılarım hiç değişmedi.”
Melike, hemşirelik mesleğini aşkla yapıyor. “İzmir’de sağlıkçı olmak hem zor, hem de çok kıymetli,” diyor. “İnsanlar yardımsever ama biraz da yorgun. Depremler, pandemi, ekonomik zorluklar. Herkesin sırtında görünmez yükler var.”
“İZMİR SAKİN GÖRÜNÜR AMA HER MAHALLESİNDE AYRI BİR ÇIĞLIK VAR”
Melike, şehirdeki görünmeyen çalkantılara da dikkat çekiyor:
“Alsancak’ta kahve içen genç kızla, Kadifekale’de soba başında oturan anne arasında uçurum var. İzmir modern bir şehir evet ama eşit değil. Bazen bir servise giriyorum, çocuk aç. Bazen yaşlı bir teyze, ‘Kızım romatizma ilacımı alamadım, çok pahalı,’ diyor. Bu şehrin gülen yüzünün arkasında susan hikâyeler var.”
“DENİZİ GÖRÜNCE RAHATLARIZ DİYE KENDİMİZE YALAN SÖYLÜYORUZ”
İzmir’in simgesi olan deniz, Melike’ye göre bir tür “terapi” ama aynı zamanda kaçış.
“Bir problem olduğunda ‘Hadi denize gidelim, geçer’ deriz. Ama geçmiyor. Yine işsizlik, yine trafik, yine kiralar. Biz denize bakınca teselli bulmaya çalışıyoruz aslında.”
“BU ŞEHİR HER ŞEYE RAĞMEN UMUTLUDUR”
Melike, ne olursa olsun İzmir’in ruhuna güveniyor:
“Burada insanlar kolay kolay pes etmez. Mahalle dayanışması hâlâ var. Herkesin bir zeytin ağacı gibi kökü derinlerde. Şehir yorulsa da düşmez. Ben oğluma İzmirli olmayı gururla anlatıyorum.”