(İSTANBUL) - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, "Bu süreci kimse aldatma ya da kandırılma olarak değerlendirmemeli. Tam tersine, burada yapısal bir değişim ve dönüşüm gerçekleşiyor. Bu değişim ve dönüşüme Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerinin, hangi fikirden ya da ideolojiden olursa olsun, destek vermesi büyük önem taşıyor." dedi.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, terör örgütü PKK'nın silah bırakma ve fesih kararına ilişkin Halk TV'de gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Hatimoğulları, "Bu bir tabela değişikliği mi? PKK ismi kaldırılıp başka bir isimle mi devam edilecek? Yoksa bu açıklama, silahlı mücadeleyi tamamen terk etme anlamına mı geliyor?" sorusuna şu yanıtı verdi:

"Bunu bir tabela değişikliği olarak görmüyoruz, öyle yorumlamıyoruz. Hem kongrede alınan kararlarda, hem de Sayın Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrılarda çok net bir şekilde ifade ediliyor: Evet, bir dönem silahlı mücadele yöntemiyle bir yere gelindi. Ancak bu sürecin çıkış nedeni olarak tarihsel, sosyolojik ve antidemokratik uygulamaların yarattığı baskı koşulları gösteriliyor. Kürtlerin varlığı tanınmadı, anadili kabul edilmedi, 'Kürt yoktur' denildi. Bu, tekçi bir anlayışın sonucu olarak ortaya çıkan bir mücadeleydi.

Şimdi ise farklı bir döneme girildiğini söylüyorlar. Bu sürecin artık silahla değil, demokratik mücadeleyle ve toplumsal örgütlenmeyle yürütülmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Kürtlerin varlığı artık inkâr edilmiyor; Kürtler kendi belediyelerini seçebiliyor. Eğer seçimler adil ve eşit koşullarda yapılırsa, DEM Parti'nin kazandığı belediye sayısı iki katına çıkar. Parlamentoda üçüncü büyük siyasi parti durumunda. Bu çok önemli bir kazanım. Bu kazanımları hem Kürt halkı hem de Türkiye toplumu görmeli, bilmeli. Bugüne kadar verdiğimiz demokratik mücadele önemli sonuçlar doğurdu. Yeterli mi? Hayır. Şimdi hukuki düzenlemelere ve daha fazla demokratikleşmeye ihtiyaç var. Bu sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye için gereklidir.

Sayın Öcalan’ın da ısrarla vurguladığı gibi, mesele sadece Kürtlerin hakları değil. 85 milyon yurttaşın, Türk’ün, Kürt’ün, Laz’ın, Çerkes’in, Arap’ın, Pomak’ın ve tüm halkların eşit yurttaşlık temelinde, kendi dili ve kimliğiyle özgürce yaşadığı bir ortak vatanda bir arada yaşamamız gerekiyor. Bundan daha değerli ne olabilir? Türkiye uzun yıllardır savaşlara ve çatışmalara tanıklık etti. Artık barışın ve demokrasinin hayalini kurmak, buna inanmak ve bunu inşa etmek hepimizin temel sorumluluğu. Biz, bu açıklamayı basit bir isim değişikliği değil, yapısal bir değişim ve dönüşüm olarak görüyoruz. Silahı kullanan kesim, artık demokratik siyasette yer almak, bu alanda mücadele yürütmek istediklerini ifade ediyor. Bu dönemin, bu çağın kapandığını düşünüyorlar.

Bu süreci kimse aldatma ya da kandırılma olarak değerlendirmemeli. Tam tersine, burada yapısal bir değişim ve dönüşüm gerçekleşiyor. Bu değişim ve dönüşüme Türkiye’deki tüm demokrasi güçlerinin, hangi fikirden ya da ideolojiden olursa olsun, destek vermesi büyük önem taşıyor. Bu çorbada herkesin, ama herkesin tuzu olmalı. Buna yürekten inanıyoruz."

"Öcalan'ın süreci doğrudan yönetememesi halinde, sürecin sağlıklı ilerlemesi mümkün değil" 

Hatimoğulları, "Öcalan’ın fiziksel özgürlüğü ve siyasi çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması talep ediliyor. Buradan ne anlamalıyız? Öcalan için nasıl bir hukuki düzenleme talep ediliyor?" sorusuna şu ifadelerle yanıtladı:

"Evet, açıklamada Sayın Öcalan’ın bu süreci yönetmesi ve yönlendirmesi gerektiği çok net bir şekilde ifade ediliyor. Metinde de 'Önder Apo’nun süreci yönetmesi ve yönlendirmesi' ifadesi yer alıyor. Bu çok önemli bir nokta. Sayın Öcalan’ın bu süreci doğrudan yönetememesi halinde, bu sürecin sağlıklı ilerlemesinin mümkün olmayacağını düşünüyoruz. Biz de bunun altını sıklıkla çiziyoruz. Ayrıca örgüt açıklamasında üç önemli başlık daha var: Demokratik siyaset hakkının tanınması, sağlam ve bütünlüklü hukuki güvencelerin sağlanması ve çözüm sürecinin adresinin parlamento olması gerektiği. Bu, demokratik siyasetin önü açılarak barış sürecinin parlamenter zeminde ilerlemesi gerektiği yönünde bir yaklaşımdır. Fakat elbette sürecin sağlıklı işlemesi için en belirleyici faktör, Sayın Öcalan’ın bu süreci yönetme koşullarına kavuşturulmasıdır. Bu kapsamda her kesimle temas kurabilmesi, görüşmeler gerçekleştirebilmesi, dolayısıyla tecridin sonlandırılması gerekiyor."

"Örgüt içinde bir çatlak beklemiyoruz"

Hatimoğulları, "PKK’nın bu kararına örgüt içinden direnecek, karşı çıkacak silahlı unsurlar olabilir mi? Bu konuda bir fikir ayrılığı ya da çatlak görünüyor mu?" sorusunu, "Bizim görebildiğimiz kadarıyla PKK bu kararı bütünlüklü biçimde aldı. Kongrenin teknik olarak nasıl toplandığı, hangi delegelerle gerçekleştiği de kamuoyuyla paylaşıldı. Fesih deklarasyonunda da bu bütünsellik hissediliyor. Sayın Öcalan’ın daha önce yaptığı çağrıdan sonra da PKK, bu çağrının kendileri için esas olduğunu açıkça belirtmişti. Zaten hepimiz biliyoruz ki Sayın Öcalan’ın PKK üzerindeki etkisi büyüktür. Sadece Türkiye’de değil; Suriye, İran ve Irak’taki Kürt halkı üzerinde de etkili bir liderdir. Bu nedenle örgüt içinde bir çatlak beklemiyoruz." diyerek yanıtladı.

Kandil boşaltılacak mı?

Hatimoğulları, "Bu konuda net bir şey söylemem mümkün değil, çünkü bu benim doğrudan bilebileceğim bir konu değil. Ancak şunu söyleyebilirim: PKK’nın silah bırakma ve örgütsel fesih sürecine girdiği bir dönemden geçiyoruz. Demokratik mücadele güçlendikçe, bu sürecin daha hızlı ilerleyeceğine inanıyoruz." şeklinde konuştu.

"DEM Parti büyük bir bütünlük içinde bu süreci sırtlandı"

Hatimoğulları, "DEM Parti içindeki sosyalist bileşenlerin AK Parti ve Cumhur İttifakı’yla yan yana gelme ihtimalinden rahatsız olduğu, bu konuda parti içinde görüş ayrılıkları yaşandığı yönünde haberler çıktı. Bu iddialar doğru mu?" sorusu üzerine şöyle konuştu:

"Elbette bu konuda çeşitli nüanslar olabilir ama esas itibarıyla partide köklü bir görüş ayrılığı yok. DEM Parti bileşenleri bu konuda açıklamalar yaptı. Aynı zamanda sadece parti içindeki yapılar değil, Türkiye'deki sol, sosyalist kesimler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri ve meslek odaları da süreci genel olarak destekliyor. Ortak yaklaşım şudur: Kürt sorunu barışçıl ve demokratik yollarla çözülmelidir.

Bu sürecin ilerlemesi Türkiye’de siyasetin genişlemesi, sendikal mücadelenin güçlenmesi, toplumsal muhalefetin önü açılması anlamına gelir. Elbette bazı çevreler, DEM Parti gibi çok bileşenli bir yapının varlığından rahatsızlık duyuyor. İçimizde tartışmalar yaratmak, algı operasyonlarıyla karışıklık oluşturmak isteyenler her zaman oldu. Bu yeni bir şey değil; HDP kurulduğundan bu yana bunlarla karşılaşıyoruz. Ancak DEM Parti büyük bir bütünlük içinde bu süreci sırtlandı. Bu tartışmalar bizi yolumuzdan alıkoymaz. Barışçıl, demokratik mücadelemizi sürdüreceğiz."

"Sadece muhalefet partisinde yer aldığı için hapishanede olan insanlar var"

Hatimoğulları, "Silivri özgürleşmeden böyle bir barış süreci yürütülebilir mi?" diye yöneltilen soruya şöyle karşılık verdi:

"Öncelikle şunu söylemeliyim, her yer özgürleşmeli. Silivri olmadan önce biliyorsunuz Kandıra vardı. Tabii onları da katıyorum zaten; Silivri bir sembol olduğu için... Evet, Edirne vardı. Kandıra’da sevgili Figen Yüksekdağ ve seçilmiş milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız; Edirne’de sevgili Selahattin Demirtaş ve birçok arkadaşımız tutuklu. Ve tabii ki, gerçekten çok ağır bedeller ödeyen ama ne yazık ki toplumun ismini bilmediği, hangi hapishanede yattığını dahi bilmediği 10 bine yakın siyasi tutsak var bu ülkede.

Bu 10 bin kişinin içinde aydınlar, yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler var. Elbette belli başlı isimler simgedir, semboldür; bizim için çok anlamlıdır. Ama ben bu tablonun ne kadar ağır olduğunu göstermek açısından bu sayıyı özellikle vurgulamak istiyorum. Hepsinin özgürleşmesi gerekiyor. Gerçekten bir çözüm olacaksa, gerçekten bir barış süreci inşa edilecekse, bu ülkede demokratikleşme sağlanacaksa; o zaman düşüncesinden, fikrinden, ifade özgürlüğünü kullandığı için cezaevinde olan kimsenin kalmaması gerekiyor.

Siyaset yaptığı için, belediye başkanlığı, eş başkanlık ya da meclis üyeliği yaptığı için; sadece muhalefet partisinde yer aldığı için hapishanede olan insanlar var. Zaten onları hapse atmak başlı başına bir suçtur. Bu kişilerin bir an önce tahliye edilmeleri gerekiyor. Bu konuda çok ciddi yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor."

"Özgür Özel'e; süreci başından beri olumlu açıklamalar yapmasından ötürü partimiz adına da teşekkürlerimizi sunuyorum"

Hatimoğulları, devam sorusu olarak yöneltilen "Yani siz parti olarak bunları da şart koşacak mısınız? Görüşmelerde 'Bunlar bizim için önemli' diyecek misiniz?" soruyu ise şöyle cevaplandırdı:

"Bugün Sayın Özgür Özel oldukça yapıcı, çok önemli bir açıklama yaptı. Dedi ki; günlük hesaplarla, seçim planlarıyla değil, hiçbir siyasi partinin ve toplumsal kesimin dışlanmadığı, en kapsayıcı şekilde yönetilmelidir bu ülke. Çözüm ve yapılması gerekeni böyle tarif ediyor. Biz sevgili Özgür Özel Bey'e çok katılıyoruz. Kürt sorunu da dâhil olmak üzere, ülkemizdeki bütün sorunların çözümü, bakın bu vurgu çok önemli, hukuk devleti, adalet ve demokrasiden geçer, diyor. Bu üç kavram şu anda Türkiye'nin hem ilacı hem reçetesi olmalıdır. Bu nedenle, Sayın Özgür Özel'e; süreci başından beri anlaması, anlamlandırması, bu sürecin 85 milyon yurttaşımız için ne kadar önemli olduğunu kavraması ve siyasi parti çıkarlarının ötesine geçerek olumlu açıklamalar yapmasından ötürü partimiz adına da teşekkürlerimizi sunuyorum."

"Bizim derdimiz demokrasi"

Hatimoğulları, "Cumhur İttifakı'nın bir parçası olacak mısınız?" sorusunu şöyle yanıtladı:

"Şimdi, ben de çok açık bunu ifade etmek istiyorum. Toplumun kafasında böyle karmaşık problemler, karmaşık sorular var. Dün eş başkanımız Tuncer Bakırhan da, aynı zamanda bir Kürt siyasetçi olarak, şu açıklıkta ifade etti, 'Niye insanlar bizi birinin yedeği, birinin parçası ve birinin ortağı olmak zorunda gibi görsün ki?' Öte yandan, son yapılmış olan seçimlere baktığımızda her seçim arifesinde 'Acaba falan filanla anlaştı mı?' tartışmaları yürütülüyor. Ama son seçimlerde bizler, Türkiye’deki antidemokratik uygulamalara karşı olarak muhalefetin yanında olduk, muhalefetin adayını destekledik. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu adayken en açık şekilde kendisini destekledik.

Şimdi biz bu hafızayı akılda tutmak durumundayız. Biz 'demokratik toplum' derken bir takiye yapmıyoruz. Bu sorular sanki bir takiye yapılıyormuş ya da yapılacakmış gibi algılar üretiyor. Lütfen şöyle de yanlış anlaşılmasın, sizin şahsınızla ya da sorunuzla ilgili değil. Tam tersi, ben bunu toplumun en geniş kesimine, özellikle muhalefetin tabanının bu konudaki görüşlerimizi bilmesini çok değerli ve önemli buluyorum. O bakımdan bu sorunuzu önemli buldum. Özetleyecek olursak şunu söylemek isterim: Bizim derdimiz demokrasi. Bizim derdimiz gerçekten demokratik bir cumhuriyet. Bizim derdimiz bir seçimlik meseleden 'ne olur ne olmaz' değil. Demokrasinin bu ülkede kazanmasıdır. Bunun için tarihi bir fırsat doğmuştur.

Bugün PKK’nin yaptığı kongrede çıkan kararlar Türkiye toplumunu, Türküyle, Arabıyla, Lazıyla, sadece Kürdü değil, her kesimi yakından etkiliyor, etkilemektedir. Dolayısıyla hepimiz bu çıkan kararları, bu yeni gelişmeleri dikkatle ele almak durumundayız. Sayın Özgür Özel’in de ifade ettiği gibi, bizim de her fırsatta ifade ettiğimiz gibi, bu süreç muhalefetsiz olmaz. Bu sürecin elbette yürütücüsü, ana yürütücüsü devletin kurumlarıdır. Aynı zamanda icra makamı olan hükümettir. Ama bu sürece muhalefet aktif bir biçimde sahiplenmezse ve destek olmazsa, en geniş toplumsal mutabakat oluşmazsa; bizim anladığımız anlamda bir çözüm süreci, bir barış süreci, bir demokratikleşme, bir değişim ve dönüşüm olmaz. O bakımdan, Sayın Abdullah Öcalan da İmralı’da heyetlerimizin ilk gittiği vakitlerde önemle altını çizdiği bir noktaya dikkat çekmişti: 'Muhalefet bu işin dışında kalmasın, kalmamalı.' Çünkü bizim gayemiz, bizim derdimiz en geniş toplumsal mutabakatı sağlamaktır."

 

Kaynak: ANKA